ABD Başkanı Joe Biden'ın Suudi Arabistan'a yapacağı ziyaret, Amerikan dış politikası topluluğunda hakkında en çok gevezelik edilen konu oldu. Tepkilerin bazıları, nüfuzlu Demokratlardan gelenler de dahil, bayağı olumsuz. Temsilciler Meclisi'nin Demokrat üyesi Adam Schiff, MBS olarak da anılan Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ı işaret ederek, "Suudi Arabistan insan hakları ile ilgili olarak radikal bir değişikliğe gidene kadar, kendisiyle bir şey yapmayı istemezdim" diyor. Biden'ın bu ziyareti gerçekleştirme kararından yana olanlarsa, ABD'nin çıkarlarının ve Ortadoğu'daki güç dengelerinin, insan hakları ve demokrasi sicili kötü olsa da Suudilerle stratejik bir ilişki içinde olmayı gerektirdiğini öne sürüyor. Amerika'nın başkanları 1970'lerden bu yana (bundan önce de zaman zaman) düzenli olarak Suudi liderlerle bir araya geldikleri için, böyle bir anlaşmazlık ve uyuşmazlık şaşırtıcı ve pek alışıldık değil. Biden yönetimi oldukça açık bir dille, Suudi Arabistan'a önceki yönetimlerden farklı davranacağının işaretlerini de vermişti. 2020 Başkanlık seçimi kampanyası süresince Biden Suudilere, 2018'de Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesinin ve Suudilerin Yemen'deki savaşa katılmasının "bedelini ödeteceğini," onlara "oldukları parya" gibi davranacağını söylemişti. Biden göreve geldiğinde, MBS'nin Kaşıkçı cinayetinin sorumlusu olduğuna ve Kaşıkçı'nın İstanbul'daki Suudi Arabistan Konsolosluğumda Suudi ajanlar tarafından öldürüldüğüne yer veren bir ABD istihbarat raporunun yayınlanmasına izin verdi. Biden doğrudan Veliaht Prens ile temas kurmaktan kaçındı. Husilerin (Suudlarm Yemen'deki hasımlarının) resmi anlamda terörist olarak kabulünü iptal etmek, ABD hava savunma birliklerini Suudi Arabistan'dan çekmek ve İran'la nükleer görüşmeleri yeniden başlatmak gibi Suudileri kızdıracak siyasi girişimlerde bulundu. Yani Biden'ın Riyad ziyareti bu anlamda tam tersi bir gelişmeyi (ve kendi ülkesinde giderek daha fazla siyasi sorunla karşı karşıya kalan bir devlet başkanının yokuş aşağı inişini) temsil ediyor. Bu yılın başlarında Foreign Affairs'te, Amerika'nın Ortadoğu politikasının diğer hedeflerinden ziyade düzene, yani ABD'nin çıkarma olacaksa elini kana bulamış olan rejim ve liderlerle baş etmeye öncelik vermesi gerektiğini yazmıştım. Suudi Arabistan'la yeniden bir araya gelme bu ajandaya uygun bir gündem. Biden'ın ziyareti daha önceki söylemlerine ve beyan ettiği değerlere pek uygun düşmeyebilirse de doğru adımlar atıldığı takdirde dünya petrol piyasalarını istikrara kavuşturmaya, Yemen İç Savaşı'ndaki ateşkesi uzatmaya ve İran'ın emellerini kontrol altına almaya destek sağlayabilecek bir ilişkiyi düzeltmeye yardımı olacak.
Kapsamlı Ortak Eylem Planı
Biden, görevi devraldığından bu yana Ortadoğu'da düzenin sağlanmasını, insan haklarının korunması ve demokrasinin teşviki gibi diğer hedeflerden daha öncelikli görmeye kısmen de olsa açık. Ne de olsa, Başkan Barack Obama yönetiminde İran'ın nükleer programını eski haline getirmeyi başarmış olan Kapsamlı Ortak Eylem Planı'nı restore etme konusunda İran'la (Avrupalılar aracılığıyla) görüşmeleri yeniden başlattı. Başkan Donald Trump, Birleşik Devletler'i Kapsamlı Ortak Eylem Plam'ndan çektiğinde, İran da nükleer programını yeniledi ve o günden beri de nükleer gücü potansiyel bir silah olarak kullanmaya doğru ilerliyor. Biden yönetimi, İran'ın nükleer programının ilerleyişini engellemeyi ya da yavaşlatmayı denemek için Tahran'la ilgili uzun listesini bir kenara bırakmaya istekli. Bu uzun listede ise Tahran'm Suriye'deki terör örgütlerine ve Beşar Esad'm acımasız rejimine verdiği destek ve büyümekte olan balistik füze deposu yer alıyor. İran'ın nükleer silah kapasitesine sahip olma olasılığından başka hiçbir şey bölgede çatışmanın ve istikrarsızlığın artmasına yol açmayacak. Biden'ın Suudi Arabistan ziyareti düzen ve istikrarın sağlanmasına yönelik bir diğer girişim. Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin dünya enerji piyasalarını alt üst etmesiyle, Riyad'm en büyük petrol ihracatçısı olarak oynayacağı rol yeniden önem kazandı. Petrol piyasasındaki düzen, yaptırımlar aracılığıyla kaybolan Rusya tedarikinin hiç değilse bir kısmım telafi edebilmek için, Suudilerin kullanılmayan üretim kapasitesini kullanmasını gerektiriyor. Trump yönetiminin İsrail ve bazı Arap ülkeleri arasındaki ilişkinin normalleşmesine arabuluculuk eden İbrahim Anlaşmalarıyla kısmen desteklenmesiyle, Suudi Arabistan temkinli olarak İsrail ile temas kurmaya başladı. Bu da daha düzenli ve öngörülebilir bir Ortadoğu'ya katkı sağlayacak gelişmelerden biri. Amerika'nın bu somut çıkarlara erişmiş olması, Biden'ın Suudilerin insan hakları ihlallerine itirazlarını önemsizleştiriyor ve ABD-Suudi ilişkilerindeki gerilimi azaltıyor. Bu değişim daha şimdiden avantaj sağlıyor. Yemen İç Savaşı'nda, kısmen Suudi Arabistan'la olan Amerikan diplomasisi neticesinde sağlanan ateşkes Haziran'da iki ay daha uzatıldı. Suudiler de petrol üretimini yaz boyunca artırarak planlara hız vermeyi şimdiden kabul ettiler. Daha düzenli bir Ortadoğu arayışında yalnızca Biden yönetimi ideolojik hedeflerini bir kenara koymadı, bölgedeki hükümetler de aynısını yaptı. Geçtiğimiz aylarda Suudi Arabistan ve İran, Irak hükümeti aracılığıyla bir seri ikili görüşme gerçekleştirdi. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) de doğrudan İran'la yeniden temas kurdu. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da son yıllarda MBS'yi Kaşıkçı cinayeti konusunda açıkça azarlamış ve Suudi Arabistan'ın Ortadoğu'daki Sünni Arap devletlere liderlik etmesine de daha büyük ölçüde meydan okumaya çalışmıştı. Ancak geçtiğimiz Haziran sonunda Veliaht Prensli Ankara'da kabul etti. En azından ABD perspektifinden daha tartışmalı görünen bir gelişme de birkaç yıl Suriye Cumhurbaşkanı'na karşı isyanları desteklemiş olan BAE hükümetinin Mart ayında Suriye Cumhurbaşkanının ziyaretine ev sahipliği yapması oldu. Bu, 2011'de Suriye İç Savaşı'nm başlamasından sonra Esad'ın bir Arap ülkesine ilk seyahatiydi. Bu gelişmelerin hiçbiri bölgede barışın sağlanmak üzere olduğu anlamına gelmiyor. Birçok eksende (diğerlerinin yanı sıra İran-İsrail, İran-Suudi Arabistan, İsrail-Lübnan, Suriye-Türkiye ve Suudi Arabistan-Yemen) çatışma ihtimali hâlâ yüksek. Yine de yeniden yakınlaşmaya yönelik bu adımlar, bölge liderlerinin istikrarsızlığın bedelini ve düzenin getirilerini gözden geçirmeye başladığını gösteriyor. ABD diplomasisi bu yönelimi teşvik etmeli ve buna dahil olmalı. işleri yoluna koymak Kimi zaman zor, açıkça iş ilişkisine dayanan fakat iki tarafın da faydasına bu ABD-Suudi ilişkisinin temelleri son üç ABD başkanlığı süresince aşındı. ABD enerji üretiminin artmasının, 2010'larm ikinci yarısında, düşük petrol fiyatlarının ve iklim değişikliği endişesinin bir araya gelmesi Birleşik Devletler'de pek çok kişinin Suudi Arabistan'ın ve Suudi petrolünün artık o kadar da önemli olmadığını düşünmesine neden olmuştu. Obama, Trump ve Biden, ABD dış politikasını Ortadoğu'dan başka yere yönlendirmeyi amaçlayan kampanyalar yürüttüler. ABD'nin bölgede askeri ve siyasi varlığını sürdürdüğü göz önünde bulundurulduğunda, Suudi yönetiminin Amerika'nın Ortadoğu'dan "çekileceği" endişesi abartılı olsa da hissiyat gerçek. ABD tarafında Trump'm MBS'ye alenen sıkıca sarılması, bu ilişkiyi kutuplaşmış parti yanlısı siyasetin içine sürükledi. Demokratlar artık Suudilerin Cumhuriyetçiler'in tarafında olduklarını görmeye başladılar. Trump'm Veliaht Prens'in yükselişini teşvik eden Suudi Arabistan iç siyasetine müdahalesi yersiz ve gereksizdi. Trump'm damadı ve kilit konumdaki siyasi danışmanı Jared Kushner ile Trump'm Hazine Bakanı Steve Mnuchin, kamudaki görevlerinden ayrılır ayrılmaz Suudi yatırımlarını kendi yüksek riskli yatırım fonlarına dahil etmeyi isteriklerinde, bunun karşılıklı bir adım olduğu izlenimi yaratılmıştı. Bu suçun önemli bir kısmı Suudilerde ve ilişkiyi daha sağlam, iki partinin ortaklaştığı bir temele oturtmak için Suudilerin Washington'a yaklaşımını değiştirmesi gerekiyor. Biden'ın Suudi Veliaht Prens ile geçmişteki anlaşmazlıklarını unutarak yeniden dost olma hamlesi gerekli ve dünyanın içinde bulunduğu durumda, sadece Ortadoğu'nun bozulmuş siyaseti değil Ukrayna'daki Rusya Savaşı'nm yarattığı küresel sıkıntılar nedeniyle de anlaşılabilir. Dağınık Ortadoğu'da bir miktar düzen için çabalamanın nispeten istikrarlı devletlere başkanlık eden ve sınırları dışında da nüfuzu olan yöneticilerle uğraşmayı gerektirdiğinin bir kabulü. Böyle yöneticiler de Mısır'da, İran'da, Türkiye'de ve hatta Suriye'de bulunabilir. Suudi Arabistan'daysa kesinlikle bulunabilir. Bu yazı Foreign Affairs sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir.