CHP’li Namık Tan TBMM’de 20 dakika konuştu tezkereye neden hayır dediklerini anlatamadı

CHP'li Namık Tan'ın tutanaklara yansıyan cümleleri şöyle... Orbit - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa’mızın 92’nci maddesi uyarınca Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının Irak ve Suriye'de görevlendirilmesine ilişkin izni iki yıl daha uzatan Cumhurbaşkanlığı tezkeresine dair söz almış bulunuyorum. Sizlere bu konudaki temel görüş ve değerlendirmelerimizi aktaracağım. Bildiğiniz üzere devletimiz uzun yıllardır terörle kararlı bir mücadele içerisindedir. Nitekim ülkemizin güvenliği, birlik ve bütünlüğü için sürdürülen bu mücadelede Cumhuriyet Halk Partisinin desteği daima hükûmetlerimizin yanında olmuştur. Bu çerçevede atılan adımlarda ve alınan önlemlerde kararlılığın ve samimiyetin tarafımızca her zaman özenle gözetildiğinin altını çizerek maruzatıma başlamak istiyorum. Biz, Adalet ve Kalkınma Partisi ile ortaklarının terörle mücadele politikasında çok temel sorunların olduğuna inanıyoruz. Bugün görüşmekte olduğumuz tezkere, Türkiye Büyük Millet Meclisine ilk defa 2007 yılında gelmişti. O tarihte güneydoğu sınırlarımızda gerçekleşen terörist saldırıları bertaraf etmek için lüzum görüldüğü şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak’ta sınır ötesi sıcak takip operasyonları yapabilmesinin önünün açılması söz konusuydu. Cumhuriyet Halk Partisi de bu gerekçeye dayanan adımı samimi bularak tezkereye “evet” oyu vermişti. Nitekim, 2012 yılına kadar partimizin tezkereye desteği devam etti, ta ki bu tezkere metnine tartışmalı biçimde “Suriye” ifadesi eklenene kadar. Partimiz, Ulu Önder’imiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün vazettiği “Yurtta Barış, Dünyada Barış” şiarının ve başka ülkelerin, özellikle de komşularımızın iç işlerine karışmama ilkesinin daimi savunucusu olarak Türkiye’nin Suriye'de devam eden çatışmalara dâhil edilmesi fikrine başından beri karşı çıktı. Üstelik o tarihte Suriye'deki çatışmalar henüz yeni başlamıştı. Ne YPG bugün olduğu kadar ön plandaydı ne karşısındaki cephede IŞİD gibi oluşumlar güç kazanabilmişti fakat o günlerde Başbakanlık görevini yürüten Sayın Erdoğan’ın Türk devletinin ve hariciyesinin geleneksel üslubuyla bağlaşmayan ifadeleri, Emevi Camisi’nde namaz kılacağını iddia ederek edecek kadar ileri giden gayriciddi söylemi Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetlerinin Türkiye’yi Orta Doğu’da sonu hayırlı bitmeyecek bir maceraya sürükleyeceğinin ilk işaretini vermekteydi. Nitekim giderek tek adamlaşan Erdoğan devletimizin siyasi geleneğinin dışına çıkarak dünya nezdinde meşruiyeti olmayan birtakım siyasi örgütleri ve Suriye’nin resmî temsilcisi olarak tanımakta beis görmedi. Suriye politikasını hiçbir hukuka bağlı olmayan bu unsurlarla yürütmek gibi büyük bir hataya düştü. Özgür Suriye Ordusu adı verilen bu ne idiği belirsiz grubu Türkiye kamuoyunda ve dünyada meşrulaştırmak için beyhude bir çaba içine girdi. Bunu yapmak suretiyle terörle mücadele konusunda dış dünyaya yönelik olarak uzun yıllardır kullandığımız söylemlerin inandırıcılığına da gölge düşürdü, ülkemizin itibarına ağır zararlar verdi. Değerli arkadaşlar, iyi bildiğinize inandığım bir söz vardır: Sırça köşkte oturan komşusuna taş atmamalı.” derler. Siz kendi ülkenizdeki birçok farklı terör örgütünün dışarıdan destek gördüğüne inanıyorsanız yabancı ülkeleri hukuki meşruluğu olmayan oluşumlara destek vermekle suçluyorsanız bir başka ülkede faaliyet gösteren meşruluğu tartışmalı, Türkiye hariç kimse tarafından tanınmayan bir siyasi örgüte destek olamazsınız. Üzülerek gördük ki Adalet ve Kalkınma Partisi ve ortağının sözde Özgür Suriye Ordusuyla iş birliği inadı azalacağına yıllar geçtikçe güçlendi. İş öyle bir hâle geldi ki Zeytin Dalı Operasyonu’nda bu meşruluğu tartışmalı çete bozuntusu unsurların Türk Silahlı Kuvvetleriyle yan yana operasyon yapmasına göz yumuldu. Sözde Özgür Suriye Ordusuna destek, Hükûmetin tek ayıbı da değildi; ülkemizde SADAT adında alenen silahlı militan eğitimi yapan bir şirketin kurulmasına ve faaliyet göstermesine göz yumuldu. Üstelik bu şirketin kurucusu Adnan Tanrıverdi isimli şahıs Cumhurbaşkanlığı başdanışmanlığına atandı. İş bununla da sınırlı kalmadı, Amerika Birleşik Devletleri’yle yürütülen ve “eğit-donat” adıyla anılan son derece sorunlu bir uygulama da Erdoğan'ın Suriye politikasında bir başka utanç sayfası oldu. Türkiye topraklarında kurulan kamplarda, Suriyeli birtakım sözde muhaliflere silahlı eğitim verildi. Ardından bu eğitilen kişilerin Suriye sınırını geçer geçmez IŞİD’e katıldığına yönelik haberler Türkiye ve dünya medyasında manşetlere çıktı. Bizler, bütün bu yanlışları ilk aşamada tespit ederek uyarılarımızı yaptık ve 2015 yılına kadar tezkereye “hayır” demeyi sürdürdük ancak o dönem terör sarmalının Türkiye'yi ciddi şekilde kıskaca alması üzerine 2015 yılında mevcut Hükûmete destek olmayı uygun gördük. En başta vurguladığım üzere terörle mücadelede sergilenen samimi ve kararlı duruşa parti olarak desteğimizi esirgemedik. Üstelik konuyla ilgili tezkere birer yıllık uzatmalar için Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna her geldiğinde bu desteğimizi 5 kez daha yeniledik. Biz parti olarak bu desteği verirken biraz önce dile getirdiğim hataların devam etmeyeceği umuduyla tavrımızı belirledik. Tezkereye de bu nedenle “kabul” oyu verdik fakat özellikle meşruiyeti tartışmalı 2017 referandumuyla ülkemizin tek adam yönetimine dönüştürülmesinin ardından hatalı politikalar ısrarla devam etti. Hatırlayacağınız üzere Suriye'nin kuzeyinde IŞID’e karşı Fırat Kalkanı, YPG’ye karşı ise Zeytin Dalı ve Barış Pınarı olmak üzere toplam 3 operasyon gerçekleştirildi. Bu operasyonlar sırasında çok sayıda evladımızı şehit verdik ancak aradan geçen zaman içerisinde Suriye'nin kuzeyindeki askerî varlığımızın terörü sonlandırmak bakımından Türkiye'ye ne sağladığı tartışma konusu olmayı sürdürdü. Yıllar boyunca “Şu kadar terörist etkisiz hâle getirildi.” şeklinde haberlerin ve açıklamaların yer almadığı bir gün dahi olmadı. Güvenlikten sorumlu siyasetçilerimiz dağlarda terörist saymaktan yorulmadılar ancak bu teröristlerin sonunu getirmeye de muvaffak olamadılar. Değerli milletvekilleri, amacınız Suriye’de barışı sağlamak idiyse Suriye’de kimleri muhatap alarak hangi barış görüşmesine girebildiniz? Bu ülkede barışın yeniden tesisine hangi katkıyı koyabildiniz? Toprak bütünlüğünün sağlanması konusunda somut ne gibi bir çabanız veya girişiminiz oldu? Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Rusya, İran, Irak ve birçok başka devlet Şam yönetimini muhatap alarak görüşme yürütürken biz barış müzakerelerinde taleplerimizi neden Rusya ya da Amerika Birleşik Devletleri üzerinden iletmek zorunda kaldık? Suriye’de bir yanda Amerika Birleşik Devletleri’nin, diğer yanda Rusya’nın yürüttüğü vekâlet savaşında biz neden her iki tarafla da karşı karşıya geldik? Cevabı verilmeyen daha başka sorular da var. Rusya 36 askerimizi şehit ederken neden ses çıkarmadınız? Amerika Birleşik Devletleri bize ait SİHA’yı düşürdüğünde neden gerekli tepkiyi veremediniz? Bunu önce niçin kamuoyundan saklamaya çalıştınız? Bugün Türkiye tarafından terör listesine alınmış olan YPG hem Amerikan hem Rus güçlerinden destek görürken neden dut yemiş bülbül oldunuz? (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye’nin diplomasisi neden bu kadar yetersiz kaldı? Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı devam ederken Parti Başkanınız Erdoğan, Rusya ile Batı arasındaki temel köprünün Türkiye, daha doğrusu şahsı olduğunu iddia edegeldi. Hâl böyleyse Türkiye’nin Suriye politikası konusunda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'den neden hiçbir talebine yanıt alamıyor? Değerli arkadaşlarım, dış politikada haklı olmak veya karşı tarafın haksız olması yeterli değildir, sonuçta haklılığı ve haksızlığı iyi savunmak ve anlatmak durumundasınızdır. Karşı tarafı anlamak, onun hangi yetenek, amaç, öncelik ve beklentiler içinde hareket ettiğini de bilmek zorundasınızdır. Bütün bu ilkeleri çok iyi bilen, liyakat sahibi diplomatlar varken Türk diplomasisinin önemli makamlarını neden bir grup siyasetçi eskisine emanet ettiniz? (CHP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, NATO Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı sonrasında genişleme kararı aldı. Hatırlayacağınız üzere Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya üyelikleri karşılığında iktidar bu ülkelerden terörle mücadelede ciddi yasal düzenlemeler yapmalarını talep etti. İsveç anayasasında dahi değişikliğe giderek Türkiye’nin taleplerini yerine getirmek yönünde birtakım somut adımlar attı ancak iktidar bu yasal düzenlemeleri gerçekten hayata geçirip geçirmediği konusunda müttefikimiz İsveç’e güven duymadığını açıkladı. Nitekim terörle mücadelenin hayati önemini öne sürerek İsveç'in NATO üyelik başvurusunun Türkiye Büyük Millet Meclisindeki onay sürecini de bir türlü başlatmıyor. Öyleyse soruyoruz: Tek adam Erdoğan terörle mücadele konusunda maden bu denli hassas o takdirde yere göğe sığdıramadığı, müttefiki ölçüsünde güvendiği sevgili dostu Putin’e PKK ve YPG'yi neden terör örgütü olarak ilan ettiremiyor? (CHP sıralarından alkışlar) Rusya'nın PKK ve YPG’yle aynı, Amerikalılar gibi son derece içli dışlı olmasına neden ses çıkarmıyor? Hepsinden daha acı olan 2015’ten bu yana Türkiye'mizi terör tehditlerinden korumak konusunda sergilediğiniz acziyettir. Nitekim daha on beş gün önce teröristlerin devletin kalbinde, İçişleri Bakanlığı kapısında bombalı eylem teşebbüsünde bulunmalarına neden engel olamadınız? Eylem yaşandıktan sonra terörle mücadele için kolları sıvadığınız iddiasında bulunmaktan da utanmadınız. YPG zaten terör örgütü kabul edilmişken, bugün görüşmekte olduğumuz tezkere de hâlâ yürürlükteyken elinizi kolunuzu tutan neydi? Bu terörist eylemden sonra mı o operasyon aklınıza geldi? Bugün geldiğimiz noktada Beşar Esad’ı devirme inadından ötürü Suriye nezdinde muhatapsız kalan, savaşın başlarında saldırgan tutumuyla ortamı gelmesine rağmen hamasi söylemleri boşa çıkan kâğıttan kaplan bir Türkiye imajı yarattınız. Sizin yönetiminizdeki Suriye politikası en hafif deyimiyle iflas etti. Türkiye'yi yine değerli yalnızlıkla baş başa bıraktınız. Yalnızlığınızın tezahürlerine yakın bölgemizde son birkaç gündür gelişen gerginlik vesilesiyle bir kez daha üzülerek şahit oluyoruz. Batı düşmanlığını anlamsız şekilde körüklüyor, zaten ayrıştırdığınız halkımızı daha da kutuplaştırmak için çok tehlikeli adımlar atıyorsunuz. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nin Doğu Akdeniz'de konuşlandırmakta olduğu deniz kuvvetinin esas itibarıyla İran'ın ve Hizbullah'ın tasavvurlarını kuvveden fiile geçirmelerini önlemeye matuf caydırıcı bir hareket olduğunu gayet iyi bilmenize rağmen popülist bir yaklaşımla bu gücün bizi hedeflediği algısını ısrarla yaymakta beis görmüyorsunuz. Oysa Amerika Birleşik Devletleri’nin bizi “Güven duymayan, duyulmayan, öngörülemeyen bir müttefik.” olarak belirlemesinin tarihi çok öncelere dayanıyor. Türkiye’ye bunun işaretlerini aylar öncesinden verdiler, siz o işaretleri hep görmezden geldiniz. Sorunlarımıza ikili görüşmeler yoluyla çözüm arayacağınıza böyle popülist ve içi boş külhanbeyliği çağrıştıran politikalarla iç siyasette zemin kazanmaya çalıştınız, bunlar beyhude çabalardır ve zorlamaya devam ederseniz halkımızın sırtına yüklemiş olduğunuz ekonomik enkazı daha da büyüteceksiniz. Tabiatıyla ideolojik temelli bu pespaye dış politikanız şimdilerde sizi korkunç bir çaresizliğe mahkûm bıraktı, yapayalnız kaldınız. Bu politika, başından sonuna kadar başarısız olduğu gibi terörle ne ölçüde mücadele edebildiğiniz konusunda da ciddi sorulara yol açtı. Size hiçbir şekilde güvenmiyoruz. Bu şartlarda partimizden hangi yüzle ve gerekçeyle destek istediğinizi de merak ediyoruz. Elbette bir de Genel Başkanımızın grup konuşmasında değindiği yabancı askerler konusu var. Tezkere metninde Türkiye Cumhuriyeti’nde yabancı askerlerin görevlendirileceğine dair bir ifade olduğunu görüyoruz. Bu ifade o kadar yersiz ve gerekçesi o kadar muğlak ki anlamakta zorluk çekiyoruz. Bütün kamuoyu bu askerlerin kim olduğunu sorguluyor. Öncelikle, hangi ülke Türkiye’ye terörle mücadelede destek verecek? Türkiye dünyanın en güçlü silahlı kuvvetlerinden birine sahipken kimden hangi gerekçeyle terörle mücadelede yardım isteniyor? Böyle bir durumun Türkiye’nin uluslararası itibarına ne kadar zarar verebileceğini hesaba kattınız mı? Türkiye’yi terörle mücadele gibi ülke güvenliğinin en hayati konusunda kendi kendine yetmeyen bir ülke gibi göstermenizin gerekçesi nedir? Bunun yanında merak ettiğimiz bir başka soru da hangi ülkeden, hangi ayırt edici özelliklere sahip askerlerin geleceğidir? Tezkere metni o kadar muğlak ki herhangi bir ülkenin resmî silahlı kuvvetlerinin mi yoksa başka unsurların mı davet edileceği konusunda herhangi bir netlik yok. Bu durum aklımıza şöyle bir soruyu da getiriyor: Suriye’nin kuzeyinde, İdlib bölgesinde hapsolmuş, Rusya destekli Şam Hükûmeti tarafından sürekli bombalanarak etki alanı küçültülen bir grup İslamcı, cihatçı militanı mı kullanmayı düşünüyorsunuz? Bunların varlığını herkes biliyor. Daha önce YPG’ye karşı mücadele etmesi amacıyla burada silahlı örgütlere tarafınızca destek verildiğini de biliniyor. 2012’de kurulan orijinal Özgür Suriye Ordusu’yla ilgili olmayan ama bu isimle savaştırılan militanların Zeytin Dalı Harekâtı’nda yer aldığı yolundaki haberler dünya kamuoyunun malumu. Bu haberler Türkiye’nin -sadece itibarından değil- terörle mücadelesinin meşruiyetinde de maalesef soru işaretlerine yol açmıştır. Şimdi, siz bu kapsamı belirsiz metinle işinize gelen gayrimeşru unsurları “yabancı asker” sıfatıyla Türkiye sınırlarına sokmayı planlıyorsanız bizden buna ortak olmamızı bekleyemezsiniz. Türkiye Büyük Millet Meclisinde halkın huzurunda hangi ülkeden, hangi yetenek ve kabiliyetteki askerleri Türkiye’ye getirmek istediğinizi açık ve seçik belirtmediğiniz bir tezkereye onay vermek Türkiye’ye ihanettir. Kaldı ki her yönden yetkin Türk Silahlı Kuvvetleri yerine terörle mücadelede yabancı askerlerden destek arayışında olmanızın ordumuzun onuruna leke sürmek olacağının da herhâlde farkındasınız. Eğer kastedilen yabancı askerler İdlib’deki kıskaçtan kurtarmayı öngördüğünüz cihatçı militanlarsa, bunun Türkiye’nin başına içeride ve dışarıda ne gibi sorunlar açabileceğini tasavvur etmek dahi istemiyoruz. Türkiye’nin gayrimeşru silahlı örgütleri besleyen rejimler arasında değerlendirilebileceğinin, içerde ise vatandaşlarımızın güvenliğinin açıkça tehlikeye gireceğinin farkında değil misiniz? (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun, toparlayın Sayın Tan. NAMIK TAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu şartlar altında Türkiye’de yabancı asker postalı istemediğimizi vurguluyor, terörle mücadeleye hiçbir katkısı olmayacak, sadece sizin ideolojik ve popülist politikalarınıza, külhan beyliğini çağrıştıran söylem ve tutumunuza meşruiyet sağlayacak bu tezkere metnine onay vermeyi reddediyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Sayın Hulusi Akar. Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Süreniz yirmi dakikadır Sayın Akar.