34,4465$% 0.3
36,3032€% 0.16
2.836,84%0,10
4.835,00%0,20
19.341,00%0,20
9.389,62%-0,33
3138181฿%-0.2883
MHP Sınır aşan göçler komisyonu raporu tam metin! MHP Sığınmacı raporu özeti nedir? MHP Sınır aşan göç raporu uzun süredir gündeme geliyordu. Peki bu raporda neler var, raporda göç konusuna ne deniyor?
I. BÖLÜM
TARİHSEL SÜREÇ
Prof. Dr. İlyas TOPSAKAL
Prof. Dr. İlyas TOPSAKAL
(İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü)
1970 yılında Samsun’da doğan İlyas Topsakal,
lisans eğitimini Erciyes Üniveristesinde; yüksek lisans
ve doktora eğitimini ise Marmara Üniversitesinde tamamladı. Yüksek lisans ve doktora yıllarında Rusya ve
Kazakistan’da kalarak alanıyla ilgili çalışmalar yaptı.
2009 yılında İngiltere Reading Tarih Bölümünde başladığı post doktorasını 2010 yılında bitirdi ve aynı bölümde 2011 yılında Türk tarihi dersleri ve seminerleri
verdi. 2012 yılında Sibirya üzerine yaptığı tarihî çalışmalar ile genel Türk tarihi doçenti oldu. 2018 yılında profesör olan İlyas Topsakal, hâlen istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Genel Türk
Tarihi Kürsü Başkanı’dır. Evli ve iki kız sahibidir. Çalışmaları, özellikle Türk dünyası tarihi ve kültürü üzerinedir; “Rus Çarlığı ve Türkler”, “Çar İskitler”, “Rusya’daki Türkler”, “Sibirya Tarihi”, “İdil Bulgarları ve İslamiyet” basılan önemli eserleridir. Ayrıca çeşitli bilimsel ve popüler dergilerde onlarca yazısı çıkmıştır.
Uluslararası göçlerde geçmişte, kaynak ve transit ülke konumunda olan Türkiye, gelişen ekonomisi ve yaşam koşulları ile
birlikte, son yıllarda transit ülke olmasının yanında hedef ülke
hâline de gelmiştir. Küreselleşmenin getirdiği iletişim ve seyahat
kolaylığı uluslararası göç hareketlerinin giderek karmaşık bir niteliğe bürünmesine yol açmaktadır. Yoksulluk ve istikrarsızlıktan
kaynaklanan düzensiz göçün ortaya çıkardığı meseleler, ülkelerin
tek başlarına çözemeyecekleri kadar geniş kapsamlıdır ve meselenin çözümünde uluslararası toplumun aynı sorumluluk ve dayanışma içinde birlikte hareket etmesi gerekir. Ülkemizin çevresinde yaşanan ekonomik ve siyasi istikrarsızlıklar göçün olası
etkileri ve planlamasını zorunlu hâle getirmiştir. Ülkemiz, küresel
bir sorun olan düzensiz göçe karşı önlemlerin, uluslararası normlar çerçevesinde ele alınmasını; kaçak göçmen taşıyıcılarına karşı
güçlü bir mücadelenin yanında göçün siyasi, ekonomik ve güvenlik kaynaklı temel nedenlerine yönelik kalıcı çözümler üretilmesini hedeflemek zorundadır. Aynı zamanda göçün kaynağı olan
ülkelerdeki çatışma bölgelerinde barış ve istikrarın yeniden tesisi
ile bu ülkelere insani ve kalkınma yardımlarının arttırılmasını ve
buna yönelik tedbirlerin alınmasını arzulamaktadır. Göç konusunda, daha kapsamlı, insan haklarını temel alan bir yaklaşımla
göçmenlere yönelik algı ve yükselen yabancı düşmanlığının ırkçılığa dönüşmemesi için önlemlerin alınması gereklidir. Ayrıca
göçmenlerin adalete, eğitime ve sağlık imkânlarına erişimlerinin
de uluslararası hukuk ve kanuni normlar ölçüsünde sağlanmalıdır.
Göç konusunda yaşanan tıkanmaları aşmak amacıyla küresel çapta yeni ilkelerin belirlenmesine yönelik olarak hazırlanması
ve hükümetler arası müzakereler akabinde 2018 yılında kabul
edilmesi planlanan Küresel Mutabakat’a (Global Compact on
Safe, Orderly and Regular Migration – GCM) ilişkin hazırlık çalış-
malarına Türkiye aktif olarak katılım ve katkı sağlamaktadır.
AB’nin dış sınırlarının kontrolü ve güvenliğinden sorumlu Ajansı
(Frontex) ile Mayıs 2012’te imzalanan Mutabakat Zaptı çerçevesinde düzensiz göçle mücadelede kurumsal bir iş birliği tesis
edilmiştir. Anılan Zapt’ın uygulanması çerçevesinde, bir Çalışma
Planı Şubat 2014’de Varşova’da imzalanmıştır. Ayrıca, AB’nin
ülkemize atadığı Frontex irtibat görevlisi 1 Nisan 2016 tarihi itibarıyla ülkemizde göreve başlamıştır. Düzensiz göç üzerinde caydırıcı rol oynayan ve esasen düzensiz göçmenlerin düzenli, hızlı,
güvenli ve insan onuruna yaraşır şekilde vatandaşı oldukları veya
geldikleri ülkelere geri gönderilmelerine dair esas ve usulleri hukuki zeminde düzenleyen Geri Kabul Anlaşmalarının (GKA) kaynak ülkelerle imzalanmasına yönelik çalışmalar da devam etmektedir. Ülkemiz bugüne kadar 15 ülke ile (Yunanistan, Rusya Federasyonu, Yemen, Nijerya, Bosna Hersek, Kırgızistan, Pakistan,
Romanya, Suriye, Ukrayna, Belarus, Karadağ, Moldova, Kosova
ve Norveç) Geri Kabul Anlaşması imzalamıştır.
Türkiye, “Sınır Aşan Organize Suçlarla Mücadele Birleşmiş
Milletler Sözleşmesi” ile bu Sözleşme’ye ek “Göçmen Kaçakçılığı” ve “İnsan Ticareti” konularını düzenleyen protokolleri Aralık
2000 tarihinde imzalamış ve Mart 2003’te taraf olmuştur. Türk
Ceza Kanunu’nda göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti suç olarak
tanımlanmış, bu suçları işleyenlere 3 yıldan 8 yıla kadar hapis ve
on bin güne kadar adli para cezası getirilmiştir. Türkiye’nin göç
alanındaki politikalarını düzenlemek ve göçü daha etkin yönetmek için 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu
Nisan 2013’te yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun ülkemizde düzensiz göç alanında ihtiyaç duyduğu çağdaş, insan haklarına saygılı ve AB müktesebatıyla uyumlu bir mevzuat geliştirilmesi bakımından önemli bir adım olmuştur. On bir dilde yayımlanan
Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’na http://www.
goc.gov.tr web adresinden ulaşılması mümkündür. Yabancılar ve
Uluslararası Koruma Kanunu çerçevesinde İçişleri Bakanlığı bünyesinde Göç İdaresi Genel Müdürlüğü kurulmuş ve 11 Nisan
2014 tarihinde faaliyete geçmiştir. Bu kurumun görevlerinden
birisi de düzensiz göçle ilgili gelişmeleri izlemek bu gelişmeler
çerçevesinde gerekli tedbirleri almak ve uygulamaktır. Düzensiz
göçün uluslararası boyutunun ve özellikle ikili ilişkilerimize
olumsuz yansımalarının değerlendirilebilmesi bakımından faaliyetlerini İçişleri Bakanlığı eş güdümünde sürdüren Düzensiz Göçle Mücadele Koordinasyon Kurulunun çalışmalarına başlamıştır.
Türkiye’deki kayıt altına alınmış Suriyelilerin sayısı 20 Aralık 2018 tarihi itibarıyla 3.618.624’tür. Yine Suriyeliler dışında
Türkiye’ye gelen önemli miktarda mülteci vardır. Bu rakam Kasım
2018 itibarıyla yaklaşık 513 bin kadardır. Türkiye’nin karşı karşıya
kaldığı sınır aşan göçler ve mülteciler konusu 3.6 milyonu aşan
Suriyeli sayısı ve yaklaşık 500 bini de diğer mülteciler olmak
üzere çok önemli sosyal, siyasal ve beraberinde ciddi toplumsal
olayları tetikleyecek önemli bir konudur. Bu konu ne akademinin
ne de MHP hariç siyasetin yeterince ilgisini çekmemektedir. Suriyeliler konusunda Türkiye’nin ana ekseninde “açık kapı politikası”
yer almıştır. Bu durum Türkiye’nin kaynaklarını, enerjisini hatta
bölgesel demografik yapısını riskli hâle getirmektedir. Ayrıca rakamların çok büyük miktarda olması göçmen nüfusun ülkemizde
kabul edilebilirliğini ve uyumunu olumsuz yönde etkilemektedir.
Ayrıca bu mesele göç alanında sorumluluk alan bürokrasimizi
doğrudan etkilemekte, canla başla çalışan uzmanlarımızın kaldıracağı bir yük olmaktan uzaklaşmaktadır. Dolayısıyla hem akademiye hem uzman olarak çalışan bürokrasiye bu konuda en
büyük destek siyasetimizin vereceği gerçekçi, uluslararası norm
ve kurallara uygun, kısa, orta ve uzun vadeli kararların alınması
ve uygulanması olacaktır.
Günümüzde devletler, sınırlarında geçişi ve sınırlar içinde
kalışı kontrollü olarak sağlamak için kısıtlayıcı önlemler alırlar.
Buna rağmen her yıl milyonlarca insanın kayıt dışı göçmen statüsünde geçiş yaptıkları ya da farklı ülkelerde göçmen statüsünde
yaşadıkları bir gerçektir. Ülkeler arasında ulaşım ve iletişimin
artışına paralel olarak ülkeler arasındaki düzensiz göç hareketleri
de son on yıl içinde artmıştır. Bunun sebepleri arasında ekonomik
sıkıntı ve yoksulluk, sosyal çatışma ve siyasi parçalanmalar başlıca
faktörlerdir. Bu karmaşık ve devamlı hadisenin hedef ülkeleri
özellikle gelişmiş Batı Avrupa’dır. Avrupa ile sınırı olan Türkiye
ve benzeri ülkeler ise hem hedef hem de transit ülke konumundadırlar.
Uluslararası göç tarihinde Türkiye’nin durumu göçün nitel
ve nicel özellikleri bakımından değişkenlik gösterir. Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ilk göç dalgaları genel olarak homojenliği sağlayan (millî birlik ve bütünlüğü) ve bu amaçla yapılan
göçlerdir. Müslüman ve Türk olmayan nüfusun Anadolu’dan ayrılması, özellikle Balkanlar ve Kafkaslar’dan gelen Müslüman ve
Türk nüfusun kabulü bu amaca yöneliktir. Bu yönüyle Türkiye
Cumhuriyeti’ne gelen göçler, iki ana eksende incelenebilir. Bu
çerçevede 1980’lere kadar yavaş bir ivmeyle devam eden eski
göç, Türk milletinin inşasında önemli bir görevi yerine getirmiş ve
Türkiye Cumhuriyeti’nin gelişmesi ve millî bilinci kuvvetlendirmesine katkı sağlamıştır. Türkiye’nin çevresindeki ülkelerin özellikle 1990’dan sonra çeşitli sebeplerle sosyal ve siyasi karışıklıkları yaşaması göç dalgasını tarihte görülmemiş bir şekilde arttırmış,
transit ve hedef ülke Türkiye’yi ve Batı ülkelerini derinden sarsmıştır. Böylece Türkiye’ye yapılan kitlesel göçlerin ikinci dönemi
başlamıştır. Bu dönemin ana unsuru göçmen kitlelerin Müslüman
ve Türk kökenlilerle sınırlı olmayışıdır. Ayrıca bu göçlerin önemli
bir oranı da sınır aşan yani düzensiz göç konumundadır.
17
Düzensiz göç yapısı itibarıyla sınırlardan kayıt dışı yollarla
geçen ya da kayıt dışı çalışan kişilerin kesin sayılarını incelemeyi
güçleştirir. Ancak titiz çalışmak ve farklı resmî kaynakları kullanmak yoluyla bu sayıyı belirleyebiliriz. Elimizde farklı resmî kaynaklara dayalı olarak 2000’lerin başında Türkiye’ye gelen göçmen
sayısının yılda 216 bin olduğu bilgisi var (BMMYK, 2017) bu
sayının üçte ikisi ülkemize yasal olarak girmiş, üçte biri ise düzensiz göçmen ve sığınmacı olmuştur. 2005’ten itibaren ise ülkemize gelen düzensiz göçmenlerin yıllık ortalama sayısı 45 bin
civarıdır (GİGM, 2018). Yine bu rakamın üçte ikisi yasal yollarla
ülkeye girmiş, geri kalanı düzensiz göçmen olarak kayıtlarda yer
almıştır. Göçmen sayılarına dair yapılan tahminler, Türkiye’ye
gelen yabancıların özelliklerini de belirlemektedir. Bunlar çalışma
amaçlı düzensiz göçmenler, düzensiz transit göçmenler, sığınmacılar ve mülteciler ile düzenli göçmenlerdir. İlk üç grupta bulunan
özellikleri taşıyan göçmenler, uluslararası normlarda düzensiz
göçmen statüsünde kabul edilir.
Bu açıklamalar çerçevesinde Türkiye’deki düzensiz göçün
dört ayrı döneminin olduğu söylenebilir. Bu dönemlerden ilki
1979-1987 yılları arasındaki göçün ortaya çıkış dönemidir. İkinci
dönem ise olgunlaşma dönemidir ve 1988 ile 1993 yılları arasını
kapsamaktadır. Üçüncü farklı dönem ise 1994-2001 yılları arasındaki doygunluk dönemidir. 2001 yılından sonraki döneme ise
kurumsallaşma dönemi adı verilmektedir (ERDOĞAN&KAYA,
2015).
Düzensiz göçün çıkış dönemi, 1979 yılında gerçekleşen
İran Devrimi’nin hemen akabinde başlamıştır ve İran’dan gelen
göçmenler Türkiye’yi transit ülke olarak kullanmışlardır. Türkiye’nin ilk toplu göçle karşılaştığı dönem ise olgunlaşma dönemidir. Bu dönemde özellikle Irak ve Bulgaristan’dan çok sayıda
sığınmacı ülkemize girmiştir, aynı zamanda Sovyetlerin dağılması
18
bağımsız olan cumhuriyetlerden gelen göç dalgasıyla karşılaşmamıza sebep olmuştur. Bu göçler ülkemizde zaman içerisinde sığınma, transit göç ve döngüsel göç gibi göçün farklı şekillerini
ortaya çıkarmıştır. 1991’de Irak’tan ülkemize gelen sığınmacıların
çoğu kendi ülkelerine geri dönmüştür; ancak 1989’da Bulgaristan’dan gelen sığınmacıların neredeyse yarısı ülkemizde yerleşmiştir. Bu arada Eski Sovyet Cumhuriyetlerinden gelen göçmenler
Türkiye’de yalnızca birkaç ay kalan ve ticari faaliyetler sebebiyle
ülkeleriyle ülkemiz arasında gidip gelen döngüsel göçmen statüsünde kalmışlardır. Buna ilave olarak aynı dönemde Orta Doğu
ülkeleri başta olmak üzere Asya ve Afrika ülkelerinden gelen
yabancılar ise Türkiye’yi transit ülke olarak kullanmışlardır (ERDOĞAN&KAYA, 2015).
Doygunluk dönemi olarak adlandırdığımız üçüncü dönemde -yani 1994-2001 yılları arasında- düzensiz göçün yönetimi için yeni politikaların geliştiğini görmekteyiz. Dolayısıyla bu
dönemde sığınma ve kitlesel göçlere dair yönetmelik yürürlüğe
girmiştir. Bu yönetmelikte çok hızlı artan düzensiz göçün yönetilebilmesi için ulusal düzenlemelerin uluslararası düzenlemeler ile
uyumlu hâle getirilmesi amaçlanmıştır. 2001’den sonraki dönem
ise Türkiye’deki düzensiz göç için kurumsallaşmanın başlangıç
dönemidir. Bu dönemde hem ülkemiz hem de uluslararası arenada Türkiye’nin aldığı düzensiz göç, insan ticareti ve insan kaçakçılığı da önemli hâle gelmiştir. Aynı zamanda hukuki ve idari yapılandırmamız teknik altyapılarını yeniden gözden geçirerek AB
müktesebatına uyumlu hâle getirme çabasını da beraberinde getirmiştir. Özellikle son on beş yılda Türkiye’de icraat makamı AB
ülkeleriyle uyumlu çalışarak göç ve sınır denetiminin yönetilebilir
olması için iş birliği yapmışlardır
Diğer ülkelerde olduğu gibi düzensiz göçmenlerle ilgili istatistikler, Türkiye’de düzensiz statüde yakalanan göçmen sayıları üstünden kurgulanmaktadır. Bu çerçevede Türkiye’de yakalanan
düzensiz göçmenler arasında başlıca üç grup insan bulunmaktadır: Başta Avrupa olmak üzere batıdaki bir ülkeye göç etmek
amacıyla Türkiye’yi transit bir ülke olarak kullanmak amacında
olan transit göçmen birinci grubu oluşturmaktadır. İkinci grup ise
geçerli belgeleri olmadan Türkiye’de yaşamak ve çalışmak için
gelenlerdir. Üçüncü grup ise mültecilik talebiyle gelenler ancak
resmî makamlar tarafından mülteciliği kabul edilmeyenlerdir.
Türkiye’de yakalanan düzensiz göçmenlere ilişkin rakamlardan 1990’ların ortalarından 2000’li yılların başlarına kadar
göçün hızlı bir şekilde arttığı sonucu çıkmaktadır. Sayılar karşılaştırıldığında 1995 yılında 11 bin kişi yakalanmış, 1996 yılında ise
yakalan sayısı 19 bine çıkmıştır. Yine yakalanan göçmen sayısı
1999 yılına gelindiğinde 47 bine ulaşmıştır (ERDOĞAN & KAYA,
2015). Hemen bir yıl sonra, yani 2000’de rakam 94 bine çıkmıştır
ki; yılda artış yaklaşık iki katıdır.
Yani her yıl yakalanan göçmenlerin sayısı oran olarak yüzde yüzlük bir artış sergiler. 2001 yılından itibaren yakalanan düzensiz göçmenlerin azaldığı görülmektedir. 2002’de yaklaşık 83
bin olan rakam, 2005 yılında 57 bin civarındadır. 2006 yılında
hafif bir düşüşle rakam 51 bin civarıdır. Ancak 2007 ve 2008
yıllarında hafif bir yükseliş göstermiş ve 65 bine çıkmıştır. Yine
2009 ve 2010 yılında rakam yarı yarıya düşmüştür (GİGM, 2018).
1995-2000 döneminde yakalanan göçmenlerin toplam sayısı 800
binin üzerindedir. Yine 1999-2010 yılları arasında çoğu vize veya
pasaport problemleri nedeniyle olarak girişte gerekli koşulları
sağlamadıkları için 150 bin civarında yabancı sınırımızdan geri
çevrilmiştir (ERDOĞAN & KAYA, 2015). Türkiye, genelde düzensiz göç özelde ise çok sayıda insanın hayatını kaybetmesine yol
açan deniz yoluyla göçe karşı mücadelesini kararlılıkla sürdürmektedir.
20
Göç İdaresi Genel Müdürlüğümüzün resmî rakamlarına göre; 2005-2014 döneminde ülkemizde yakalanan düzensiz göçmen sayısı 500 bine yakındır. 2015-2018 döneminde ise bu rakam 750 bin civarına çıkmıştır (GİGM, 2018). Ayrıca, deniz yoluyla düzensiz göçün hız kazanması üzerine Sahil Güvenlik Komutanlığımız, 2015 yılı başında Akdeniz’de “Akdeniz’de Güven
Harekâtı (Operation Safe Med)” ile 2015 Mayıs ayı itibarıyla ise
Ege’de “Ege’de Umut Harekâtı (Operation Aegean Hope)”nı hayata geçirmiştir. Söz konusu operasyonlara devam edilmektedir.
2016 yılında 174.466 düzensiz göçmen yakalanmıştır. Bu rakamın 37.130’unu Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından denizden
kurtarılan göçmenler teşkil etmektedir. 2016 yılında, 2015 yılına
kıyasla denizde düzensiz göç olayında %66, düzensiz göçmen
sayısında ise %60 oranında azalma meydana gelmiştir. 2017’de
175.752 düzensiz göçmen ülkemizde yakalanmıştır. 2017 yılındaki düzensiz göçmenlerin 19.084 kişilik kısmı Ege Denizi’nde
yakalanan göçmenlerden oluşmaktadır. 25 Aralık 2018 tarihine
kadar ise 2018 yılı için bu sayı 24.995 olarak gerçekleşmiştir
(Sahil Güvenlik Komutanlığı, 2018). 2016 yılında yasa dışı geçişlerde azalmanın ortaya çıkmasında 18 Mart Mutabakatı’nın (2016
tarihli) uygulanması etkili olmuştur (Dışişleri Bakanlığı, 2018).
Transit Göçmenler
Ülkemizin doğu ve güney sınırlarından girerken yakalanan
göçmenlerin, Türkiye’nin kuzey ve batı taraflarında bulunan ülkelere gitmek için Türkiye’yi geçiş güzergâhı olarak kullandıkları
söylenebilir. Genellikle Avrupa’ya ulaşmaya çalışan ve bu amaçları doğrultusunda Türkiye’yi kullanan göçmenleri transit göçmenler olarak adlandırdığımız gibi hepsinin bu amaç doğrultusunda
hareket ettiğini söyleyemesek de potansiyel transit göçmenler
olarak adlandırılabilirler. İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdür-
21
lüğü Yabancılar Hudut İltica Dairesi ile sağlanan bulgular sayesinde 1990’ların ortasından itibaren ülkemize giriş yapan potansiyel transit göçmenlerin sayısında önemli derecede artış görülmektedir. Söz konusu potansiyel transit göçmenlerin genellikle ülkemize insan kaçakçılarının vasıtasıyla giriş yaptıklarına ve yine aynı
yöntemleri kullanarak ülkemizden ayrılmaya çalıştıklarına dair
birçok veri vardır. 1990’ların ortalarında potansiyel transit göçmenlerin sayılarının 5 binden az olmalarına rağmen 2009-2010
yıllarında yaklaşık olarak yılda 20 bin kişinin yakalandığını gösteren istatistiki bilgiler vardır. 2000 yılında 52 binden fazla göçmen
ile en büyük transit göçmen grubunun yakalandığı kaydedilmiştir.
Müteakip yıllar yani 2001-2003 yılları arasında yakalanan transit
göçmen sayısında önemli derecede azalma görülür. Zira 2001
yılında 47 bin kişi yakalanmış iken 2003 yılına ulaştığımızda sayı
25 bin kişiye düşmüştür. Ancak sayı iki yıl sonra tekrar artmaya
başlayarak 2005’te 37 bini, 2008’de ise 49 bini bulmuştur. 2009
ve 2010 yıllarına geldiğimizde ise sayılarda önemli bir düşüş
yaşandığını görüyoruz. 2009 yılında 23 bin, 2010 yılında ise 15
bin 300 göçmen yakalanmıştır. 2000-2010 yılları arasında yaklaşık olarak yakalanan 800 bin düzensiz göçmenin yaklaşık olarak
% 60’ının potansiyel transit göçmen olarak değerlendirildiğini
görüyoruz. Bu potansiyel transit göçmenlerin vatandaşı oldukları
ülkelere baktığımızda ise bize sırasıyla en çok Irak (94 bin), Pakistan (66 bin), Afganistan (59 bin), İran (22 bin) ve Bangladeş’ten
(17 bin) geldiklerini görüyoruz (ERDOĞAN & KAYA, 2015).
Döngüsel (ya da Dairesel) ve Çalışma Amaçlı Göç
Ekonomik imkânlar arayışıyla Türkiye’ye birçok kez gelen
döngüsel (ya da dairesel) ve çalışma amaçlı göç eden bu kişiler,
genellikle yasal yollarla giriş yapmalarına rağmen kalış şartlarını
ihmal etmelerinden ya da vize sürelerini aşmalarından dolayı
22
düzensiz göç tipi olarak değerlendirilmektedir. Bu göçmenlerin
genellikle eski SSCB ülkeleriyle beraber Romanya ve Bulgaristan
gibi Doğu Avrupa ülkelerinden geldiğini görmekteyiz. Türkiye’ye
turist vizesiyle giriş yapan bu kişiler genellikle kayıt dışı olarak ve
zor koşullarda çalışmışlardır. 2000’lerin başlarında bu düzensiz
göçmenlerin sayısı 30 binlerdeyken, bu sayı 2010 yılında 10 binin altına düşmüştür. Bu düşüşün sebepleri arasında AB kuralları
ve göç yönetimi uygulamalarına uyum çerçevesinde Türkiye’nin
daha sıkı tedbirlerle düzensiz göçü kontrol altına alması ile beraber aynı zamanda bu göçmenlerin AB içerisinde serbest dolaşım
hakkı elde etmeleriyle birlikte göç etmek için Batı Avrupa ülkelerini tercih etmeleri gösterilebilir.
Bunlarla birlikte bazı transit göçmenlerin de Türkiye’de
uzun süreli kalmaya başladıklarını ve çeşitli sektörlerde çalıştıklarını görmekteyiz. Daha önce belirgin bir şekilde transit göçmen
statüsünde olan Afrikalı göçmenlerin Türkiye’de kalıp çalışarak
hayatlarına devam ettikleri bilinmektedir. Bununla birlikte başta
Suriyeli sığınmacılar olmak üzere birçok mülteci ve sığınmacının
da Türkiye’de çalışmaya başladığı raporlara girmiştir. Suriyeli
mültecilerin Türkiye’ye girişini ve Türkiye’nin “açık kapı” politikasını fırsat olarak değerlendiren Suriye dışı ülkelerden gelen
mültecilerin sayısı da önemli miktarda artmıştır. Bu tipe giren 1
milyonu aşkın mültecinin yaklaşık 700 bini Avrupa’ya geçmiş,
315.000’i Türkiye’de kalmıştır. Türkiye’de kalanların 132.500
Iraklı, 123 bin Afganistanlı, 32 bin İranlı ve 3.500 Somalilidir
Sığınmacı ve mültecilerin hareketleri ulusal ve uluslararası
hukuk ile meşruluk kazanmış olsa da özellikle kayıt dışı olan sınır
geçişleriyle birlikte düzensiz göç özellikleri de göstermektedir.
Türkiye Cumhuriyeti, coğrafi kısıtlamayı muhafaza ederek 1951
Cenevre Sözleşmesi’ni ve 1967 Ek Protokolü’nü imzalamıştır,
ancak söz konusu coğrafi kısıtlama neticesinde mülteci statüsü
koruma taahhüdümüz yalnızca Avrupa’dan gelerek Türkiye’den
sığınma talep eden kişilerle sınırlanmaktadır. Buna rağmen coğrafi
kısıtlama nedeniyle Türkiye’de mülteci olamamakla beraber şartlı
mülteci, ikincil koruma veya geçici koruma kapsamında bulunan
Afganistan, Irak, İran ve Suriye’den gelen kişiler, sığınma talep
edenlerin çoğunluğunu oluşturmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti
İçişleri Bakanlığı, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ile iş birliği
içerisinde yürüttüğü başvuru işlemleri neticesinde coğrafi sınırlamaya rağmen başka coğrafyalardan sığınmacıların varlığı mümkün
olabilmektedir. Bu sayede birçok sığınmacı ve mülteci, statülerini
elde edene dek ve üçüncü bir ülkeye yerleşinceye dek ülkemizde
kalabilirler (ERDOĞAN&KAYA, 2015).
Türkiye’ye özellikle sığınma talebinin arttığı 1995 yılından
2010 yılına kadar 70 binin üstünde sığınma başvurusunun yapıldığı bilinmektedir. Bu sığınma başvurularının neredeyse yarısını
İranlılar %47’lik bir oran ile oluştururken Iraklılar %40’lık bir
oranla İranlıları takip etmekteydi. Bu yıllarda sınır aşan göçlerin
ülkemiz açısından kaynak bölgesi İran ve Irak topraklarıydı; zira
iki ülke arasındaki savaş bölgeyi istikrarsızlaştırmış ve insanları
göçe zorlamıştı. 1995-2010 yılları arasında başvuran 72 bin mülteciden yaklaşık %51’inin mülteci statüsünü alarak başka ülkelere
yerleştirilmiş olması Türkiye’nin ne kadar önemli bir transit ülke
olduğunu göstermektedir.
Türkiye-AB ilişkileri Aralık 1999’da Türkiye’nin aday ülke
ilan edilmesiyle yeni bir döneme girmiştir. Türkiye’nin üyeliğine
ilişkin izlenecek yol, AB tarafından Aralık 2000’de yayımlanan
Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB) (General Affairs Council of the
European Union, 2000) ve Türk hükûmeti tarafından Nisan
24
2001’de yayımlanan Ulusal Program (Secretariat General for
European Affairs, 2001) ile belirlenmiştir. İltica ve göç konuları
Adalet ve İçişleri başlığı altında ele alınmaktadır. Adalet ve İçişleri, Avrupa bütünleşme sürecinin henüz uluslarüstü olamamış bir
alanıdır. Üye ülkeler bu konularla ilgili sorunları hükûmetlerarası
iş birliği yöntemiyle çözmeyi tercih etmişlerdir. Yine de kayda
değer seviyede bir AB müktesebatı geliştirilmiştir ve aday ülkelerin yasalarını buna uyumlu hâle getirmeleri beklenmektedir. 1997
Amsterdam Antlaşması, üye ülkelerin 2004 yılına kadar Adalet ve
İçişleri konularını çoğunluk oyuna bağlı ortak politika konusu
yapacaklarına dair bir vaat içerir. İltica ve özellikle düzensiz göç
Adalet ve İçişleri konuları içinde önemli yer kaplamaktadır.
1999’da, Tampere Finlandiya’da yapılan toplantıda, AB
hükûmetleri ortak iltica ve göç politikası geliştirme çabalarını
arttırmaya karar vermişlerdir.
Türkiye bu gelişmeler karşısında KOB’de yer alan Türk vize
politikasını Schengen (Şengen) vize rejimiyle uyumlu hâle getirmek, geri kabul anlaşmalarını imzalamak ve doğu ve güney sınırlarını daha da iyileştirmek ihtiyacını hissetmektedir. Bu başlıklar
içinde özellikle ikincisi ve sonuncusu oldukça önemlidir; çünkü
eğer Türkiye AB üyesi olacaksa, bu sınırlar AB’nin sınırları olacaktır. Suriye krizinin yarattığı Türkiye’ye yönelik kitlesel sığınmacı
akınının gösterdiği üzere sınırlar AB’ye yönelik en önemli düzensiz göç ve mülteci hareketlerinin olduğu bölgelerin tam yanında
yer almaktadır. Dahası, AB müktesebatına göre Türkiye AB’nin ilk
iltica edilen ülkesi olmak ve bu talepleri kendisi işlemek durumunda olacaktır. Türk mercileri üyeliğin gerçekleşmesi için AB ile
iş birliği yapmanın önemini bilmekle birlikte bu konuda haklı
olarak endişeler taşımaktadır. Türkiye’nin adaylığının tartışmalı
durumu göz önüne alındığında, AB ile iş birliğinin üyelik ile sonuçlanmayarak, Türkiye’nin tek başına düzensiz göçün getirdiği
25
problemlerle uğraşmak zorunda kalması ihtimali bu endişenin
kaynağıdır. Birçok yetkili, bu durumun Türkiye’nin güvenliğini
ciddi anlamda tehlikeye atacağına inanmaktadır. AB üyeliğinin
gerçekleşmesi ve geçerli olan müktesebatın kabulü durumunda
Türkiye gelen mültecilerin akınıyla karşılaşacak ve en önemli ve
güvenli iltica ülkesi konumuna gelecektir.
Bunlara rağmen, 2005 yılında Türkiye’nin AB sürecinde sığınma alanında atacağı adımları içeren Ulusal Eylem Planı yürürlüğe girmiştir. 11 Plan ve AB mevzuatı, İltica ve Göç Mevzuatı
adlı kitapta toplanmıştır. Planda, coğrafi kısıtlamanın kaldırılmasının önemli olduğu, ancak iltica ve düzensiz göç hareketlerinin
Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve kültürel koşullarına zarar verilmeyecek şekilde çözüm bulunması gereken bir konu olduğu vurgulanmaktadır. Konuyla ilgili son gelişme, düzensiz göç ile mücadele etmek amacıyla Türkiye ile AB arasında 16 Aralık 2013’te
imzalanan ve aynı zamanda AB-Türkiye vize muafiyeti
diyaloğunu da başlatan Geri Kabul Anlaşması’dır. Bu anlaşmanın
1 Ekim 2014 tarihinde yürürlüğe girmesiyle Türkiye’ye, AB’ye
kaçak yollarla girmiş sığınmacılar iade edilecek, Türkiye üzerinden AB’ye giren üçüncü ülke vatandaşları ve vatansızların iadesi
ise 3 yıllık geçiş döneminin ardından gerçekleşecektir. AB’ye
Türkiye üzerinden yasa dışı yollarla giren üçüncü ülkelerden
göçmenlerin geri kabul edilebilmesi için mülteci kampları inşa
edilecek ve AB, iade ettiği mültecilerin barınma maliyetlerini
kısmen üstlenecektir. Geri Kabul Anlaşması çerçevesinde Türkiye’den AB ülkelerine geçtikleri tespit edilerek Türkiye’ye iade
edilecek düzensiz göçmenlerin iade masrafları gönderen ülke
tarafından karşılanırken bu göçmenlerin geri gönderme merkezlerinde kaldıkları süre içerisindeki masrafları, Türkiye tarafından
karşılanacaktır. Türkiye’nin Avrupa Birliği’nde kaçak göçün yoğun
olduğu ülkelerin bazılarıyla geri kabul anlaşmaları mevcuttur. Bu
26
sayede Türkiye kabul edeceği mültecileri kısmen geldikleri ülkelere gönderebilme hakkına sahiptir. Geri Kabul Anlaşması’ndan
daha önce, 11 Nisan 2013’te, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu kabul edilmiştir. Kanun, düzensiz göçün
idaresiyle ilgili olarak, sınır dışı etme, idari gözaltı ve geri gönderme merkezlerinin kural ve prosedürlerini belirlemektedir. Bu
kanun ayrıca göç konularıyla ilgili yetkiyi güvenlik güçlerinden
alıp İçişleri Bakanlığına bağlı olarak kurulan ve 11 Nisan 2014’te
faaliyete geçen Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne vermektedir. Bu
kurum hem düzenli hem de düzensiz göç ile ilgili politikalar ve
stratejileri geliştirmek ve uygulamakla sorumludur. Ayrıca Türkiye, yasal olarak mülteci statüsü veremediği Suriyeli sığınmacılar
için özel yasa çıkarmak durumunda kalmıştır.
Geçici koruma 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararsı Koruma Kanunu’n 91’inci maddesinde bulunmaktadır. Bununla beraber kanun geçici korumayı tanımlamakla yetinmiş ve esas düzenlemeyi yönetmeliğe bırakmıştır. Bu bağlamda özel bir yasa çıkartılması durumu söz konusu değildir ve bu durumda 6458’in uygulanması söz konusudur.
22 Ekim 2014’te Resmî Gazete‘de yayımlanan Geçici Koruma Yönetmeliği Geçici 1’inci maddesi ile Suriyelileri geçici
koruma kapsamına almış ve geçici koruma kapsamındaki yabancılara ilişkin hususları düzenlemiştir. Buna göre Türkiye, Suriyeli
sığınmacılara “geçici koruma” sağlayarak bu kişilerin temel ve acil
ihtiyaçlarını geçici koruma statüsü ile karşılayacaktır. Yönetmelik
geçici korumanın kapsamını, bu kapsamda yapılacak işlemleri
(sağlık kontrolü, kayıt, kimlik belgesi düzenleme gibi) ve geçici
korunanlara sağlanacak hizmetler (sağlık, eğitim, iş piyasasına
erişim, sosyal yardım ve hizmetler gibi) ile ilgili hususları düzenlemektedir (ERDOĞAN & KAYA, 2015).
Uluslararası istatistik verilerine göre 2014 yılı itibarıyla can
güvenliği için ülkelerini terk etmek zorunda kalan Suriyelilerin
sayısı oldukça tartışmalıdır. Kaynaklardan bazıları ülkeden ayrılan
sayısını 4 milyon gösterirken BMMYK kaynakları bu sayıyı 20
Aralık 2014 tarihi itibarıyla 3.327.218 olarak kaydetmektedir.
Aynı durum Türkiye’deki Suriyelilerin sayısı konusunda da kendini gösterir. 15 Eylül 2014 tarihi itibarıyla BMMYK tarafından verilen sayı 830 bindir. Ancak ülkemizin resmî rakamlarına göre Suriyeli sayısı yaklaşık 1,5 milyon civarındadır (GİGM, 2018).
2017 senesi sonunda ülkemizdeki Suriyelilerin sayısı
3.426.786 olarak karşımıza çıkmakta, bu da Türkiye nüfusunun
%4’üne denk gelmektedir. 2011’de nüfusu 22,4 milyon olan
Suriye’yi en az 6 milyon insan terk etmiş ve başka ülkelere yerleşmiştir. 7-8 milyon insan ülke içerisinde yer değiştirmek zorunda kalmış, 470 bin kişi ise 15 Mart 2011’de başlayan savaş yüzünden hayatını kaybetmiştir. Türkiye, Suriye’yi terk eden Suriyelilerin %52’sini, yani yarısından fazlasını tek başına kabul etmiştir. Türkiye’ye en yakın ülke olan Lübnan’da ise bu rakam
%15,2’ye tekabül etmektedir. Lübnan’ı sırasıyla %10,4 ile Ürdün,
%3,7 ile Kuzey Irak ve %1,5 ile Mısır takip etmektedir. AB ülkeleri ise toplamda 922.406 Suriyeliyi ağırlayarak ülkesinden kaçan
Suriyelilerin toplam %14,8’sine ev sahipliği yapmaktadır (KAYA,
2017).
Bilindiği üzere Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (GİGM) 11
Nisan 2014’te ancak faaliyete başlayabilmiştir. Söz konusu Göç
İdaresi Genel Müdürlüğünün 20 Aralık 2018 tarihli son verilerine
göre ülkemizde Geçici Koruma Kimliği (statüsü) alan Suriyeli
sayısı 3.618.624’tür. (GİGM, 2018) Bu sayıdan hareketle Türkiye
nüfusunun %4,48’ini Suriyeliler oluşturmaktadır. Ayrıca Suriyeli
mülteci akınını kendileri için bir fırsat olarak değerlendiren ve
yaklaşık 700 bini 2014-2015 yıllarında Avrupa’ya geçen ve Suriyeli olmayan başka mülteciler de ülkemizde bulunmaktadır. Bunların 132 bini Iraklı, 123 bini Afganistanlı, 32 bini İranlı, 3.500’ü
de Somalili olmak üzere 315 bin civarında farklı ülkelerden mülteci barınmaktadır (KAYA, 2017). Türkiye’yi transit olarak kullanarak Avrupa’ya geçen Suriyelilerin büyük bir bölümü Almanya
tarafından kabul edilmiştir (Yaklaşık 500 bin kişi civarı).
“Barınma merkezi” olarak ifade edilen kamplar, Nisan 2011 tarihinden başlayarak öncelikli olarak sınır bölgelerinde
ihtiyaçları karşılamak üzere 10 ilimizde 22 adet yapılmıştır. 2018
yılında 6 geçici barınma merkezi kapatılarak bu sayı 16’ya düşmüştür.
Nisan ve Mayıs 2011 tarihlerinde gelen bu ilk grup sığınmacılar da Hatay’da teşkil edilen beş kampa yerleştirilmiştir. Hatay’daki kampların yetersiz kalışından sonra Kilis, Gaziantep,
Şanlıurfa, Malatya, Adıyaman, Osmaniye, Kahramanmaraş, Mardin ve Adana’da oluşturulan kamplar birbirlerini takip etmişlerdir.
Son derece yüksek standartlara sahip bu kamplarla alakalı bütün
koordinasyon eskiden AFAD tarafından sağlanmaktayken 2018
Mart’ından itibaren bu görev Göç İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir.
2014 yılı itibarıyla kamplarda ikamet eden Suriyelilerin sayısı 221 bin kişi civarında iken 2018 yılı sonunda kamplarda yaşayan Suriyeli sayısı 143.603 kişi olmuştur. Geri kalan 3.475.021
kişi kamp dışında şehir veya kasabalarda yaşamaktadır (GİGM,
2018). Türkiye Cumhuriyeti’nin son dönem politikası olarak şehir
merkezlerinde uyumu sağlamak amacıyla kamplardaki aktif nüfus
azaltılmıştır.
Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacıların birçoğu (%96.3)
kampların dışında yaşamaktadır. Söz konusu durum yerli halkla
doğrudan iletişim kurmaları anlamına gelmekle birlikte birtakım
huzursuzluklara sebep olmaktadır. Türkiye’nin neredeyse her
tarafına yayılan Suriyeli sığınmacılar kendi imkânlarıyla, STK yardımlarıyla ve devlet desteğiyle yaşamlarını sürdürmektedir. Yoksullaştıkları için tek çarelerinin dilenmek olduğunu ifade eden
Suriyeli dilenciler de toplumda huzursuzluk kaynağı hâline gelmiştir. 1.000’den daha fazla olan bu dilencilerin de barınma merkezlerine yerleştirilmesi için İçişleri Bakanlığı tarafından talimat
verilmiştir.
Türkiye’de barınan Suriyelilerin 2014 yılı itibarıyla
%53,3’ünü 18 yaş altı sığınmacılar oluşturmaktadır. Sığınmacıların %50,8’i erkek iken, %49,2’sini kadınlar oluşturmaktadır. 18-
59 yaşlar arasındaki Suriyeli sığınmacıların oranı %43,1, 60 yaş
üstü Suriyelilerin oranı ise %3,6’dır. Suriyeli sığınmacıların doğum yoluyla da arttığı gözlemlenmektedir. 2014 verilerine göre
kamplarda doğan Suriyeli çocuk sayısı 18.764’tür.
2017 yılının istatistiklerine göre ulaştığımız veriler, 2014
yılından bu yana Suriyelilerin ülkemizde yaşadığı yerler değişkenlik göstermiştir. 2014 yılında olduğu gibi kamplarda yaşayan mültecilerin sayısı oldukça azdır ve gittikçe de azalmaktadır. 2017 yılı
verilerine göre 10 ildeki mülteci kamplarının sayısı 23’tür. Bu
kamplarda yaşayan mülteci sayısı ise 234.315’tir. Barınma merkezlerinde 17 tanesi çadır kent, 6 tanesi konteyner, 1 tanesi de
geçici kabul merkezidir. Kamp dışında kent mültecileri hâlinde
yaşayan Suriyeliler ise 2014 senesinde 72 ilimizde bulunurken,
2017 senesi verilerine göre Türkiye’nin 81 ilinde de bulunmaktadır (KAYA, 2017).
30
Barınma merkezlerinde ve kentlerde bulunan Suriyeli mültecilerin 2017 verilerine göre demografik özellikleri de ilgili kurumlar tarafından paylaşılmıştır. Göç idaresinin verilerine göre
mültecilerin %53,5’ini erkekler oluşturmaktadır. Kadınlar ise
%46,4’lük bir orana sahiptir. Verilere göre 18 yaş altı kişiler yüzdelik dilim olarak hemen hemen mülteci nüfusunun yarısı oluşturur ki, oran %46’dır. Suriyeli mültecilerin %12,8’ini ise 0-4 yaş
arası çocuklar oluşturmaktadır. Nisan 2011’den sonra Türkiye
doğumlu olan Suriyeli bebeklerin sayısı ise 224.750 iken, sadece
2016 yılında ülkemizde 82.850 Suriyeli bebek doğmuştur.
2017 yılı verilerine göre Türkiye’de en çok Suriyeli mülteciyi
barındıran ilimiz İstanbul olmuştur. İstanbul’da kayıt altına alınmış 530.671 Suriyeli mülteci bulunmaktadır. İstanbul’u Şanlıurfa,
Hatay ve Gaziantep takip etmektedir. Hatay nüfusunun
%26,24’ünü, Şanlıurfa nüfusunun %22,78’ini, Gaziantep nüfusunun %17,25’ini Suriyeliler oluşturmaktadır. 81 ilimiz de Suriyelileri barındırmakta ve 100 binden fazla mülteci bulunduran 10
tane ilimiz bulunmaktadır (KAYA, 2017).
2018 yılı verileri incelendiğinde ülkemizde geçici koruma kapsamında bulunan nüfus 20 Aralık 2018 tarihi itibarıyla
3.618.624’e yükseldiği bununla beraber geçici barınma merkezlerinin bazılarının kapatılarak 8 ilimizde 13 geçici barınma merkezinin kullanılmaya devam edildiği görülmektedir. Bu kapsamda
mevcut 13 geçici barınma merkezinde 143.603 kişi (20 Aralık
2018 tarihli verilere göre) ikamet etmektedir. Kentlerdeki durum
ele alındığında ise Hatay (%28,16), Gaziantep (21,04) ve Şanlıurfa (22,84) illerinde Suriyeli nüfusun Türk nüfusa oranın arttığı
görülmektedir. Ayrıca İstanbul ilinde bulunan Suriyeli nüfus
557.694’e yükselmiştir (GİGM, 2018). Bu durum Suriyelilerin
nüfus artış hızının Türk nüfusunkinden hızlı seyrettiğini göstermektedir.
31
Türkiye’deki Düzenli Göç
Türkiye’nin 2000 yılı sayımı resmî raporlarına göre sayılan
1.2 milyon kişi başka ülkelerde doğmuştur. Bu arakam elbette
genel nüfus oranında büyük bir pay alamaz, ancak bu yıllardan
sonra artan toplu göçlerle birlikte üzerinde düşünülmesi gereken
bir istatistiği bizlere verir. Özellikle 1990’dan başlayıp 2000’li
yıllara uzanan süreçte geleneksel Türk ve Müslüman olan göçlerin
ana karakterinin değiştiğini görmekteyiz. Bu yıllarda artık köken
ve din olarak farklı insanların ülkemize girdiğini müşahede etmekteyiz. Bu durum göçlerin ve ikamet izni alanların veya iltica müracaatında bulunanların Ülkemize entegrasyon meselesini de
düşünmemizi zorunlu hâle getirir. Emniyet Genel Müdürlüğü
tahminine göre 2005 yılında ülkemize giren yabancı sayısı yaklaşık 180 bindir. 2010 yılına kadar aşağı yukarı bu ortalama devam
etmiş keskin artış veya düşüşler görülmemiştir. 2010 yılı itibarıyla
de sayının 177 bin olduğunu görürüz; bu rakamın 20 bini çalışma
izniyle, 30 bini ise öğrenci vizesiyle ikamet etmektedir (ERDOĞAN & KAYA, 2015).
20 Aralık 2018 tarihi itibarıyla 845.802 yabancı ülkemizde ikamet izniyle bulunmaktadır. Adlarına en çok ikamet izni
düzenlenen grubun 70.364 kişi ile Iraklılar oluştururken Iraklıları
65.348 ile Suriyeliler ve 49.208 ile Azerbaycanlılar takip etmektedir (GİGM, 2018).
33
MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ
II. BÖLÜM
KÜRESELLEŞME, SINIR AŞAN
GÖÇLER VE KAMUOYU
Prof. Dr. Veysel BOZKURT
34
Prof. Dr. VEYSEL BOZKURT
Lisans ve lisansüstü öğrenimini Uludağ Üniversitesi, İİBF ve SBE’de tamamladı. “Yönetim ve Çalışma Sosyolojisi” alanında 1994 yılında doçent, 2000
yılında profesör oldu.
Floransa’da, European University Institute’da
(1988-1989), Azerbaycan’da TD İşletme Fakültesinde
(1996), Kırgızistan’da TD İşletme Fakültesinde (1997),
The London School of Economics’de (2002), Avustralya’da James Cook University’de (2005-2006),
Washington State University’de (2008) ve Portland
State University’de (2012-2013) ve Bali’de Udayana
Üniversitesinde (2018) misafir öğretim üyesi ve araştırmacı olarak çalıştı.
Yayınlarından bazıları şunlardır: Değişen Dünyada Sosyoloji, Ekin Yayınevi, 2018, Bursa; Enformasyon Toplumu ve Türkiye, Sistem Yayınları, 1996,
İstanbul; Avrupa Birliği ve Türkiye, Alfa Yayınları,
1997, İstanbul; Püritanizmden Hedonizme Yeni Çalışma Etiği, Alesta Yay. 2000, Bursa. Hâlen İstanbul
Üniversitesi, İktisat Fakültesi, İktisat Sosyolojisi Ana
Bilim Dalında öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.
35
Bu bölümün amacı, küresel bir sorun hâline gelen sınır
aşan göçler konusunda, dış dünyada ve Türkiye’de kamuoyunun
göç konusundaki tutumlarını ve bunların arkasındaki toplumsal
dinamikleri analiz etmektir.
Sınır aşan göçlerin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Ancak
sınır aşan göçler bugün dünya siyasetini biçimlendirir hâle gelmiştir. Günümüzde başta İngiltere olmak üzere birçok ülkede iç ve
dış siyaseti derinden etkiler hâle gelen göç sorununu anlayabilmek için kısaca son 30 yılda etkisi çok daha derinden hissedilen
küreselleşme meselesini gözden geçirmek yararlı olacaktır.
Bilindiği gibi Doğu Bloku’nun yıkılmasından sonra, neoliberal küreselleşme inanılmaz bir öz güven kazanmıştır. Küreselleşme, en zengininden en yoksuluna, birçok ülkede âdeta bir
deprem etkisi yapmıştır. Ülkeler arasında yıkılan duvarlar, ekonomiden siyasete, eğitimden kültüre insanların yaşama, çalışma
ve düşünme biçimlerinde büyük dönüşümler getirdi. Teknoloji
dünyayı küçülttü. Ürünler bir yerden başka bir yere kolayca taşınabilir hâle geldi. Hedonist tüketim toplumu kültürü yeni kapitalizmin kültürel mantığı hâline geldi (BOZKURT, 2000a; 2000b).
Millî devletlerin egemenliğinin dışarıdan küreselleşme ile içeriden
mikrokimlik talepleri ile aşındırıldığı sıkça dile getirildi. Dünyada
özellikle sosyoekonomik bakımdan avantajlı gruplar (kozmopolit
elitler) arasında küresel kültürel benzeşme belirgin bir biçimde
arttı.
Bunun yanında küreselleşme sürecinde farklı kültürlerin
karşılaşması, yeni melez kültürel ögeleri ortaya çıkartmıştır. Küresel kültürel akış zamanla elitler ile de sınırlı kalmamış, orta alt
toplumsal tabakalara kadar yayılmıştır. Ayrıca bazı yazarların
dediği gibi küreselleşme dünyanın Amerikalaşmasından da ibaret
değildir. Bundan çok daha karmaşık, çok yönlü bir kavramdır.
36
Günümüzde bütün ülkelerden birbirlerine kültürel akıntılar söz
konusudur.
Ancak günümüzde bir küreselleşme yorgunluğu yaşıyor
dünya. Yakın zamanlara kadar küreselleşmenin sürükleyicisi olarak ifade edilen ülkelerde, başta ABD olmak üzere güçlü bir küresel karşı dalga ortaya çıkmıştır. Geçmişte küreselleşme konusunda
yazanları şaşırtacak ölçüde ABD günümüzde neoliberal küreselleşme karşıtı (korumacı) politikaların bayraktarlığını üstlenmiştir.
Bu tartışmaların nereye gideceğini öngörmek bugünden kolay
değildir. Ancak küreselleşmeyi tehdit olarak görenlerin oranları
bugün ABD’de %50’yi bizde de %60’ı geçmiştir. Her ne kadar
devlet destekli Çin medyası “Bilge adamlar köprü yapar, aptallar
duvar inşa eder.” diyerek antiküreselci Amerikan politikalarını
eleştirseler de Çin kamuoyunda küreselleşmeyi millî kimliklerine
tehdit olarak değerlendirenlerin oranı (%73), Amerikalılardan
daha fazladır. Bu da Mann (MANN, 2008) ve Tomlinson
(TOMLINSON, 2004) (TOMLINSON, 2008) gibi sosyal bilimcilerin küreselleşmenin, millî kimlikleri zayıflatmadığı, tam aksine
güçlendirdiğini tezini destekler niteliktedir. En azından artan
endişe, yerli/millî kimlikler konusunda hassasiyeti artırmıştır.
Nitekim Ipsos MORI Social Research Institute’ın 2018 yılında 27 ülkede gerçekleştirdiği araştırmasına (Ipsos MORI Social
Research Institute, 2018) göre, ankete katılanların %76’sı ülkelerinin ayrışmış/kutuplaşmış hâle geldiğini söylüyor. Türkiye’nin
ayrışmış/kutuplaşmış olduğunu düşünenlerin oranı ise %65’dir.
Bu oran Fransa’da 75, İngiltere’de 85’dir. Dünyada en çok kutuplaşmaya yol açan faktörlerin başında politik görüş ayrılığı (%44),
zengin-fakir uçurumu (36), göçmenler ile ev sahibi ülke insanları
arasındaki gerilim (%30), din (%27) ve etnisite farkları (%25)
gelmektedir. Bütün bu sonuçlar dünyanın yaşadığı küreselleşme
yorgunluğu ile yakından ilişkilidir.
37
Küreselleşme sadece ekonomik, politik ya da kültürel bir
kavram değil. Teknolojik gelişme ile yakından ilişkilidir. Daha
çok dar bir sınıfın çıkarına hizmet eden küreselleşme geniş kitleler arasında gözle görülür bir rahatsızlık yaratmıştır. Ayrıca göçün
yaygınlaşması, özellikle göç alan gelişmiş ülkelerde, bölgesel
bütünleşmeye ve küreselleşmeye kuşkuyla bakanların sayısını
artırmıştır. Brexit biraz da bu çerçevede düşünülmelidir.
Bir yazar geçmişte küreselleşmeyi “elimizden kaçıp giden
dünya” (GİDDENS, 2000) metaforu ile açıklamıştı. Dünyanın
yaşadığı küreselleşme deneyimi, piyasalar karşısında millî
hükûmetlerin ellerini zayıflatmıştır. Dolayısıyla gerek politik elitler, gerekse geniş halk kitleleri küreselleşmeye eskisinden çok
daha kuşkuyla bakar hâle gelmişlerdir. Appadurai (APPADURAI,
2017) ifadesiyle ekonomik egemenliğin her yerde çöküşü, kültürel egemenliğin vurgulanmasına yol açmaktadır. Küreselleşmenin
yarattığı depremlerden etkilenen kitleler, bir tür hayatta kalma
refleksi olarak köklerine dönüş arayışına girmişlerdir. Bu sürecin
doğal bir sonucu olarak dünyada yerli ve millî kimlik hassasiyetleri artmıştır.
Küreselleşme sürecine uyum sağlayan seçkinler, ülkeler
arasındaki duvarların yıkılmasına destek verirken, yine birçok
ülkede, küreselleşmeden kaybeden yoksul/rekabet gücü olmayan
kitleler zaman içinde endişeli insanlara dönüşmüşlerdir. Küreselleşme sürecinin gelişimine paralel bir biçimde, sermaye, mallar
ve nitelikli iş gücü serbestçe dolaşır hâle gelmiş ve ulaşım maliyetleri ucuzlamıştır. Ancak serbestçe dolaşmasına izin verilmeyen, nüfusları olağanüstü bir hızla artan yoksul ülkelerin eğitimsiz/niteliksiz iş gücü, görece zengin ülkelerde yaşayan insanların
hayat standartlarından, mevcut iletişim teknolojileri sayesinde
daha kolay haberdar olmaya başlamışlardır.
38
Bir taraftan görece gelişmiş ülkelerin çekiciliği, diğer taraftan da yoksul ülkelerdeki ekonomik sıkıntılar ve sosyopolitik çatışmaların iticiliği, Arap Baharı olarak adlandırılan süreç sonrasında (özellikle Suriye’de) yaşanan çatışmalar, milyonlarca Suriyeliyi evlerini terk etmek zorunda bırakmıştır. Bunların çoğunluğu
da Türkiye’ye gelmiştir.
Ancak sınır aşan göçler, günümüzde Arap ülkelerini aşan,
küresel bir sorundur. Bir anlamda dünyada yaşanan küreselleşme
sürecin bir yan ürünüdür. Biraz da bunun neticesinde günümüzde
küreselleşmeye yönelik tepkiler hiç görülmedik düzeyde artmaya
başlamıştır. Nitekim 2017 yılında Eurobarometer’in (ZA6856)
(European Commission, 2017) aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 11 ülkede yaptığı bir araştırmanın veri setine göre, ankete
katılanların yarıdan fazlası (%53) küreselleşme ülkemizin kimliğini tehdit etmektedir diyor. Bu oran Türkiye’de ise %63’ye yükselmektedir. Araştırmaya katılan ülkeler arasında küreselleşmenin
en çok ülkelerinin kimliğini tehdit ettiğini söyleyenler Hindistan
(%77) ve Çin (%73) dedir. Amerika’da ise bu oran %50.6’dır.
Ancak küreselleşmeyi tehdit olarak görenlerin oranlarındaki artışa
rağmen, bilim/teknoloji dünyayı küçültmeye ve her zamankinden
daha akışkan hâle getirmeye devam ediyor. İnsanlar sınırları aşarak, kendilerine daha iyi bir hayat kurmak için, kaçak yollardan
da olsa göç etmeye devam etmektedirler. Yapılan öngörüler, ülkelerinin sınırlarına duvarlar örmelerine rağmen, göçün devam
edeceği şeklindedir.
Nitekim Gallup’un 2015-2017 yılları arasında 152 ülkede
453 bin kişi üzerinde yapmış olduğu Küresel Göç araştırmasına
göre, bir imkân olması hâlinde dünyada 750 milyon kişi başka
bir ülkeye göç etmek istiyor. En çok göç edilmek istenen ülkelerin
başında ABD geliyor. Bu ülkeyi Kanada, Almanya ve Suudi Arabistan izliyor. Araştırmada 6 milyon kişi de Türkiye’ye gitmek
istediğini beyan etmiştir.
39
Türkiye Dışında Sınır Aşan Göçler ve Kamuoyu
Avrupa’nın tarihinde sınır aşan göçler önemli bir yer tutar.
Tarihte Avrupalılar, sınırları aşarak Amerika, Avustralya gibi kıtalara kitleler hâlinde göç etmişlerdir. Aynı zamanda dünyanın
birçok ülkesinden göç almışlardır. Bugün İngiltere nüfusunun
%13’ü, Almanya’nın %15’i, İsviçre’nin %30’u, İspanyanın %13’ü,
İtalya’nın yüzde 10’u Rusya’nın ise %9’u göçmenlerden oluşmaktadır.
Özellikle Suriye krizi sonrası, Avrupa kamuoyunda göçmenlere yönelik kaygı artmıştır. Bazı Batı Avrupa ülkelerinde
yaşanan terör saldırıları, özellikle Müslüman göçmenlere yönelik
kaygıyı artırmıştır. İslamafobi olarak adlandıran kaygı, birçok
ülkede göç karşıtı gruplarının Müslüman göçmenlere yönelik
dışlayıcı tutumlarını güçlendirmiştir.
Yapılan araştırmalar, Avrupalıların göçmenleri ve göçmenlere sağlanan imkânları olduğundan fazla abarttığını ortaya koymaktadır. Buna karşılık göçmenlerin vasıflarını olduğundan az
değerlendirdiklerini araştırmalar ortaya koymaktadır. Bazı yazarlara göre, Avrupa’da göçmen karşıtları bir kriz havası yaratmaktadır.
Onlara göre, göçmenler, Avrupa’nın sosyal devlet modeline zarar
vermekte ve yerli halkın kullanması gereken imkânlar göçmenler
için harcanmaktadır. Bazı medya kuruluşlarının yayınları da
İslamofobik/göç karşıtı dalgaya güç kazandırmaktadır. Avrupa
göçmen karşıtı grupların özelliklerine baktığımızda, bunların
düşük eğitimli, düşük vasıflı, düşük gelirli ve kendi ülkelerine
ilişkin hassasiyetleri yüksek gruplar olduğunu görüyoruz (PORTER
& RUSSELL, 2018).
Tablo 1’de yer alan Avrupa Sosyal Araştırması’nın
(European Social Survey, 2016) (European Social Survey) bulgularına göre, farklı etnik gruptan/ırktan göçmenler konusunda en
çok olumsuz tutum benimseyenler, Macar ve Çek Cumhuriyeti
40
kamuoyudur. Halkının çoğunluğu, göçmenlerin hiç alınmamasını
ya da sınırlandırılmasını savunan bu ülkeleri, Rusya, İtalya,
Litvanya, Avusturya ve İsrail izlemektedir. Geçmişte olduğu gibi,
günümüzde de Avrupa’da göçmenler konusunda en hoşgörülü
yaklaşanlar İsveç ve Norveç kamuoyudur. Ancak ülkelerin çoğunluğunda genel eğilim göçmenlere yönelik olumsuz duyguların
artışı doğrultusundadır.
Tablo 1. Ülke * 2 Farklı Etnik Gruptan/Irktan Göçmenlere İzin Verilmeli
% within Ülke
Farklı etnik gruptan/ırktan göçmenlere izin verilmeli mi?
ÜLKE
Birçoğunun
gelip
yaşamasına
izin verilmeli
Birazına izin
verilmeli
Çok azına izin
verilmeli
Hiçbirine izin
verilmemeli Toplam
Avusturya 8,2% 31,6% 40,9% 19,3% 100,0%
Belçika 16,9% 48,0% 26,2% 9,0% 100,0%
İsviçre 14,1% 51,2% 29,2% 5,5% 100,0%
Çek Cumh. 1,1% 20,5% 41,5% 36,9% 100,0%
Almanya 22,1% 49,1% 24,4% 4,4% 100,0%
Estonya 6,6% 35,6% 38,6% 19,2% 100,0%
İspanya 29,1% 35,2% 28,3% 7,4% 100,0%
Finlandiya 12,9% 38,6% 42,4% 6,1% 100,0%
Fransa 14,3% 49,5% 24,8% 11,3% 100,0%
İngiltere 13,9% 51,8% 26,6% 7,8% 100,0%
41
Macaristan 1,9% 11,3% 39,3% 47,4% 100,0%
İrlanda 14,6% 41,8% 31,5% 12,1% 100,0%
İsrail 7,9% 28,2% 31,0% 33,0% 100,0%
İzlanda 39,9% 39,4% 18,4% 2,3% 100,0%
Italya 9,8% 32,5% 37,6% 20,1% 100,0%
Litvanya 6,9% 38,7% 31,5% 23,0% 100,0%
Hollanda 16,1% 54,1% 25,3% 4,5% 100,0%
Norveç 24,8% 53,1% 20,4% 1,7% 100,0%
Polanya 6,4% 33,3% 41,8% 18,4% 100,0%
Portekiz 13,0% 55,1% 22,6% 9,3% 100,0%
Rusya 8,2% 26,9% 40,3% 24,6% 100,0%
İsveç 37,9% 52,5% 8,8% 0,8% 100,0%
Slovenya 8,5% 43,7% 35,8% 11,9% 100,0%
Toplam 13,7% 39,4% 31,5% 15,5% 100,0%
Data: European Social Survey, 2016
Sınır aşan göçlerin son dönemde iç ve dış siyasetini en çok
etkilediği ülkelerden birsi İngiltere olmuştur. İngiltere kamuoyunun göçmenlere karşı duyulan korkusu çok daha eskilere gitmektedir. Ancak Suriyelilerin Avrupa’ya akını sonrasında çok daha
şiddetlenmiştir. Nitekim bir araştırmaya göre İngiltere kamuoyunun yaklaşık %58’i, İngiltere’ye gelen göçmenlerin miktarının
kısmen ya da büyük ölçüde azaltılması gerektiğini ifade etmektedir. İngiltere’de özellikle yaşlılar ve eğitim düzeyi düşük gruplar
göç konusunda çok daha fazla kaygı duymaktadırlar (BLINDER &
RICHARDS, 2018). Çünkü göçün artışı, bir taraftan kamu kaynak-
42
larının göçmenlere akmasına yol açarken, diğer taraftan da Müslüman göçmenler üzerinden terörün, Doğu Avrupalı göçmenler
üzerinden de suçun ülkelerine taşınmasından kaygı duymaktadırlar.
Kendisi de bir göçmen ülkesi olan ABD’de de göçmenlere
yönelik kaygılar artmıştır. Afrika ve Orta Doğu ülkelerindeki ekonomik ve politik krizler Avrupa’ya göçü etkilerken, Orta Amerika
ülkelerindeki istikrarsızlıklar, insanları Kuzey Amerika’ya göçe
zorlamaktadır.
Özellikle 1990’lar sonrasında Meksika nüfusunun yaşlanması, Kuzey Amerika’ya göçü kısmen yavaşlatmış olsa bile, düşük
vasıflı iş gücünün göçü devam etmektedir.
Amerika’da özellikle Cumhuriyetçi Partinin toplumsal tabanını oluşturan seçmenler, Demokrat Partiyi destekleyenlere
göre, çok daha fazla göçmenlerden kaygı duymaktadırlar. Avrupa’da olduğu gibi Amerika’da da gençler göçmenlere olumlu
bakarlarken, yaşlılar endişeyle yaklaşmaktadırlar (NATIONAL
IMMIGRATION FORUM, 2018).
Her ne kadar göçmenlerden duyulan endişe ülkelere göre
farklılaşsa bile ortak temalar da söz konusudur. Bunların başında
Orta Doğu ve Afrika ülkelerinden gelenlere karşı birçok ülkede
İslamlaşma korkusu söz konusudur. Buna karşılık Doğu Avrupa’dan gelen göçmenlerin suçun artışına yol açacağı endişesi bir
başka faktördür. Göçmenler biraz da çaresizliklerinden dolayı
gittikleri ülkelerde çok düşük ücretlerle çalışmaya razı olmaktadır.
Bu durumdan her ne kadar girişimciler ve dolaylı olarak tüketiciler kazançlı çıksalar da, özellikle göçmenlerin yaptığı işi yapanlar,
ücretleri aşağıya çektikleri için şikâyetçidirler.
Bunların yanı sıra kamu kaynakların göçmenler için kullanılması, birçok ülke vatandaşının endişe kaynağıdır. Birçok ülkede yerli halk gerek göçmenlerin sayısını gerekse göçmenlere ayrı-
43
lan kamu kaynaklarını olduklarından fazla buna karşılık göçmenlerin vasıf düzeylerini ve ekonomiye katkılarını olduklarından az
değerlendirmektedir. Fransızların %24’ü, İtalyanların %18’i,
Amerikalıların %14’ü, İngilizlerin %11’i, Almanların %9’u göçmenlerin yerlilerden daha fazla yardım aldıklarını ve ülkelerinin
sosyal güvenlik sistemine zarar verdiklerini düşünüyorlar
(PORTER & RUSSELL, 2018). Bir başka göçmen ülkesi olan Avustralya’da da 2016’da yapılan bir araştırmaya göre, kamuoyunun
%64’ü son on yılda göçmen sayısının çok fazla arttığı düşüncesinde olduğunu ortaya koyuyor. Yine çok kültürlülüğün beşiği
olan bu ülkede, kamuoyunun %32’i çok kültürlülüğe karşı olduğunu ifade ediyor. Bir diğer ifadeyle Avustralya’ya gelen göçmenlerin Avustralya değerlerini benimsemeleri gerektiğini ifade etmektedirler. Özellikle eğitim seviyesi düştükçe ve yaş arttıkça çok
kültürlülüğe karşı çıkanların oranları da artmaktadır (PORTER &
RUSSELL, 2018).
Türkiye’de Kamuoyu ve Sınır Aşan Göçler
Küresel göç hareketliliği ABD ve Batı Avrupa ülkelerini olduğu gibi bizi de etkilemeye başlamıştır. Özellikle Suriye krizi
sonrasında milyonlarca Suriyelinin ülkelerinden ayrılmaları ve
bunların içinde en kalabalık grubun Türkiye’ye sığınmaları, Türk
kamuoyunu da sarsmıştır. Başlangıçta Suriyeli göçmenler, Türk
misafirperverliği içinde Ensar-Muhacir kardeşliği söylemi ile
karşılanmışlardır. Ancak sayının olağanüstü bir hızla artması,
Suriye krizinin beklenenden fazla uzaması, yoğun göç alan bölgelerde kiraların yükselmesi, emek piyasasında artan rekabet ve
göçmenlerin kamu harcamaları üzerindeki yükleri kamuoyunun
göçmenlere yönelik bakışını değiştirmiştir.
Erdoğan ve Semerci’nin (ERDOĞAN & SEMERCİ, 2018)
yapmış oldukları araştırmaya göre, Türkiye’de kamuoyunun %71’i
Suriyelilerin işlerini ellerinden aldıklarını düşünüyor. %67’si,
44
Suriyelilerin suç oranlarını artırdığını, %66’sı Türk toplumunun
ahlaki değerlerinin ve geleneklerinin Suriyeli nüfusun artışından
dolayı, tehlike altında kaldığını düşünüyor. Bunun yanında anketi
cevaplayanların %58’i Suriyelilerin terörist saldırıların artışına yol
açtığını ve %56’sı ise halkın sağlığı için tehdit oluşturduklarını
düşünüyorlar.
Aslında bu sonuçlar birçok bakımdan göç alan İngiltere,
İtalya, Avusturya ve Amerika gibi ülkelerdeki kamuoyunun endişelerine benzerdir. Ancak bizde göçmenlerden kaygının düzeyi
bu ülkelerin hepsinden çok daha yüksektir. Diğer taraftan Türk
kamuoyunda Suriyelilerin ülkemizde hoşgörü ortamına katkı sağlayacağı (%17), farklı sektörlerde Suriyeli çalışanlara ihtiyacımız
olduğu (%16) ya da Suriyelilerin bizim kültürümüz zenginleştireceği (%13) şeklindeki sorulara katılıyorum diyenlerin oranları son
derece sınırlıdır.
45
Ayrıca bir başka araştırmanın bulgularını göre (ÖZDEMİR
& ÖZKAN, 2016) Türkiye’de Suriyeliler, düzen bozan, asi, ne
olduğu belirsiz, sözde savaş mağduru, dilenci, terörist, başıboş,
yağmacı, korkak vatan haini, Hatay’da gözü olan, zorba ve haraç
kesen olarak değerlendirilmektedir.
Geleceğe ilişkin huzur bozmalarından, daha ciddi problemlere neden olmalarından, ekonomiye ve sosyal yapıya zarar
vermelerinden endişe etmektedirler. Kamuoyu gereğinden fazla
mülteci kabul edildiği, sayılarının kontrol altına alınmadığı, mültecilere yönelik pozitif ayrımcılık yapıldığı düşüncesindedir. Sayıları giderek azalsa da çoğunluğu kadın, çocuk ve gençlerden oluşan Suriyelilere yönelik pozitif yaklaşıma sahip olanlar da mevcuttur. Bir başka kamuoyu araştırmasının sonuçlarına göre “Göçmenlerin ülkemizde olmalarından ve onlarla komşuluk yapmaktan rahatsız değilim.” diyenlerin oranı sadece %25’de kalmaktadır. %48’i ise, rahatsız olduğunu ifade etmektedir.
“Ülkemizde özgürce ve daima yaşayabilirler.” soruna ise
çoğunluk katılmamaktadır. Bu araştırmada da kamuoyunun ezici
bir çoğunluğu (%76’sı) çatışmaların sona ermesinden sonra Suriyelilerin evlerine dönmeleri gerektiğini düşünüyor. Çok daha sert
bir biçimde “Göçmenlerin ülkemize girişleri yasaklanmalı ve
gelenler derhal geri gönderilmeli.” soruna kısmen katılıyorum
diyenlerin oranı yüzde 21,8, katılıyorum diyenler %23,7 ve tamamen katılıyorum diyenler %27,2’dir. Buna karşılık Suriyelilerin
derhal geri gönderilmesine karşı çıkıyorum diyenlerin oranı ise,
%27,3’dür.
2014 yılında Türk kamuoyunun 39’u Suriyelilerin evlerine
dönmeleri gerekir derken, 2017 yılında kamuoyunun algıları üzerine yapılan bir başka araştırmada (ERDOĞAN & SEMERCİ, 2018)
Türk kamuoyunun büyük bir çoğunluğu %86,2’si Suriyelilerin
evlerine dönmeleri gerektiğini düşünmektedirler.
46
Parti tercihlerine göre karşılaştırmalara baktığımızda geri
gönderilmeli diyenler arasında en yüksek oran İyi Parti seçmeninden gelmektedir (%94,9). Bunu %92.8 ile CHP seçmeni izlemektedir. MHP seçmeninin %88.9’u, AK Parti seçmeninin %83,2’si
ve HDP seçmeninin %75.9’u Suriyeliler ülkelerine geri gönderilmelidir demektedirler.
Aslında bu durum bütün partilerin tabanlarının ezici çoğunluğunun Suriyelilerin geri gönderilmeleri gerektiği konusunda
uzlaşma içindedirler (bk. Şekil 2).
Bölgelere göre göçmenlerden rahatsızlık, en çok Ege bölgesinde kendini göstermektedir. Ege bölgesi halkının görece daha
seküler bir hayat tarzına sahip olması, çoğunluğu kırsal kökenli/eğitimsiz ve muhafazakâr olan göçmenlerin sadece işlerini değil
hayat tarzlarını tehdit ettiği algısı yaratmış olabilir. İkinci sırada
Bursa, Eskişehir, Kocaeli, Bolu ve Yalova gibi illerin yer aldığı
47
Doğu Marmara, İstanbul ve Akdeniz bölgeleri izlemektedir. Doğu
Karadeniz, Orta Anadolu, Orta Doğu Anadolu ve Güneydoğu
Anadolu bölgeleri diğer bölgelere göre daha az rahatsız olanlar
arasındadır (bk. Şekil 3).
Şekil 3. Bölgelere Göre Göçmenlerden Rahatsız Olanlar, 2018
Özellikle Ege, Akdeniz, İstanbul ve Doğu Marmara bölgelerinde yaşam tarzları Suriyelilerden oldukça farklı olan yerel
ahali, göçmenlerin davranışlarından diğer bölgelere göre daha
çok rahatsız olmaktadır. Bir araştırmacının (KOYUNCU, 2018)
aktardığı “Suriyeli gençler insana yiyecekmiş gibi bakıyor. Çok
rahatsız oluyorum.” sözleri rahatsızlığın sebeplerinden birisini
ortaya koymaktadır.
Bireylerin 15 yaşına kadar yetiştikleri yerleşim biriminin ölçeği büyüdükçe, göçmenlerden duyulan rahatsızlık artmaktadır.
Göçmenlerin çoğunluk itibarıyla il merkezlerine ve büyükşehirlere
48
yerleşmiş olmaları, bu bölgelerde göçmenlere yönelik kaygıyı ve
dolayısıyla rahatsızlığı artırmaktadır (bk. Şekil 4).
Şekil 4. Yerleşim Yeri Büyüklüğüne Göre Göçmenlerden Rahatsız Olanlar, 2018
Diğer taraftan bizde göçmenlerden en çok rahatsızlık, Batı
Avrupa ülkelerinden farklı olarak üst gelir gruplar arasında kendini göstermektedir. Nitekim oturulan konut tipine göre, en çok lüks
konutlarda oturanlar göçmenlerden rahatsız olduklarını ifade
ederken, en az rahatsız olanlar gecekonduda oturanlar arasındadır.
Özellikle göçmenlerin çoğunlukta olduğu il merkezlerinde
ve büyük şehirlerde dilencilik yapan bazı Suriyeliler, göçmenlerden duyulan rahatsızlığı artırmaktadır. Ancak yapılan çalışmalar
(ERDOĞAN M. M., 2018), Türkiye’de dilencilik yapan göçmenlerin ülkelerinde de bu işi yaptığını ortaya koymaktadır.
49
Benzer durum eğitim için de geçerlidir. Bu konuda da ABD
ve Batı Avrupa kamuoyundan farklı olarak, eğitim düzeyi yükseldikçe göçmenlerden rahatsızlık artmaktadır. Bu durum yüksek
öğretimlilerin, yaşam tarzı farkı kadar, bu miktardaki göçün gelecekte açabileceği sorunların farkında olmalarından da kaynaklanabilir.
Şekil 5. Eğitim Durumuna Göre Göçmenlerden Rahatsız Olanlar,
2018
Suriyelilerin Türkiye’ye göçlerinin başlangıcında, göç
Ensar-Muhacir ilişkisi ve din kardeşlerine sahip çıkmak olarak
sunuldu. Data, kişinin kendisini dindar ya da hiç dindar değil
şeklinde tanımlamasının, göçmenlere yaklaşım konusunda anlamlı bir farklılaşma yarattığını ortaya koymaktadır. Tıpkı gecekonduda yaşayan ve eğitim düzeyi gruplar arasında olduğu gibi, kendilerini çok dindar olarak tanımlayanlar göçmenlerden daha az
rahatsız olmaktadır.
50
Şekil 6. Dindarlığa Göre Göçmenlerden Rahatsız Olanlar, 2018
Bunların yanında Suriyelilere vatandaşlık verilmesinin
gündeme gelmesi Türk kamuoyunu rahatsız etmiştir. Çünkü böyle
bir durumun uzun vadede Türkiye’nin huzurunu bozacağını düşünmektedirler.
Bunun yanında özellikle yoğun göç alan bazı sınır illerinde
Suriyeliler ile ikinci eş olarak evliliklerin artışı özellikle kadın
nüfus arasında rahatsızlığı artırdığı dile getirilmektedir. Yerel
kadınların, “Suriyeli kızlar süslenip püslenip bizim erkeklere yanaşıyorlar.” sözleri bazı araştırmacılar tarafından dile getirilmiştir
(ERDOĞAN M. M.,2018).
Şanlı Urfa, Hatay ve Kilis bölgesinde yapılan bir araştırmada, şunlar dile getirilmektedir (KAYA, 2017):
“Yaşlı veya genç bekâr ya da evli Türk erkeklerin genç Suriyelilerle evlendiği belirlenmiştir. Bu durum en yoğun olarak
Kilis, Şanlıurfa ve Hatay’da yaşanmakta ve kadınlar başta olmak
üzere yerel halk arasında tepkiye neden olmaktadır. Her üç ilde
de Suriyeli gelin meselesi yüzünden boşanmalar artmış durumda-
51
dır. Resmî kayıtlarda Suriyelilerle evlilik yüksek gözükmese de
gerçek rakam çok daha fazladır. Zira Suriyelilerle evlilikler genelde dinî nikâh yoluyla gerçekleşmektedir. Örneğin Kilis’te boşanmaların yaklaşık %20’sinin Suriyeliler nedeniyle gerçekleştiği
belirtilmektedir. Kadınlar kocalarını kaybetme korkusunun üzerlerinde baskı yarattığını ifade etmekte ve Suriyelileri kocalarının
aklını çelmekle suçlamaktadırlar. Suriyelilerle evlendirme konusu
maddi çıkar sağlama aracına dönüşmüştür. Evlenmek isteyen
erkekler, aracılara başvurmakta ve aracılara ücret ödenmektedir.
Evliliklerde Suriyeli aileye başlık parası ödenmektedir. Kızlarını
evlendirmek, Suriyeli aile açısından hem para kazanma hem de
kızlarının hayatını kurtarmanın aracı olarak görülmektedir. Bu
durum aile kurumunun zarar görmesine bağlı sosyal problemleri
beraberinde getirmektedir. Konunun bir diğer boyutu, çocuk yaştaki kızların istismarıdır. Zira evlendirilen Suriyeliler arasında
çocuk yaşta olanlar da bulunmaktadır”.
Şekil 8: Türkiye’nin Göç Politikasını Nasıl Değerlendiriyorsunuz?
Bozkurt. 2018
52
2018 yılının Eylül ayında kartopu örneklem yöntemi kullanılarak yapılan ve çoğunluğu yükseköğrenimlilerden oluşan ve
1547 kişiyi kapsayan bir başka sosyal medya araştırmasının
(BOZKURT, 2018) sonuçlarına göre anketi cevaplayanların %74’ü
Türkiye’nin göç politikasını yanlış bulduğunu ifade etmiştir. Sağcıyım ya da inanıyorum ve dinî yükümlülüklerimi yerine getiriyorum diyenler arasında doğru bulmuyorum diyenlerin oranı kısmen gerilese de anketi cevaplayanların büyük bir çoğunluğu
mevcut göç politikasını yanlış bulduğunu ifade etmektedir.
DEĞERLENDİRME
Küresel göçün yarattığı depremler, birçok ülkede iç ve dış
siyaseti şekillendirmeye devam ediyor. Yoksulluğun ve çatışmaların yaşandığı ülkelerin iticiliği, görece varlıklı ve huzurlu ülkelerin çekiciliği devam ettiği müddetçe göç de devam edecektir.
Küresel iletişim teknolojilerinin sunduğu imkânlar, göç edenlerin
sosyal medya üzerinden paylaşımları, yoksul ülkelerde yaşayan
milyonlarca insanı göç etmeye teşvik etmektedir. Çünkü göçmenler, sosyal medya paylaşımlarında yaşadıkları sefaletleri değil,
idealize edilmiş benliklerini ve göç ettikleri ülkenin çekici taraflarını sergilemektedirler.
Dünyada en büyük Suriyeli göçmen kitlesini Türkiye barındırmaktadır. Bu sebeple göçmen denildiğinde daha çok akılımıza Suriyeliler geliyor. Oysa Türkiye’ye Suriyeliler dışında, Irak,
Afganistan gibi ülkelerden göçler de devam etmektedir. Göçmen
sayısı arttıkça Türk kamuoyunun da rahatsızlığı artmaktadır. Türk
kamuoyunun %86’sı göçmenlerin evlerine geri gönderilmelerini
istemektedir. Türkiye’de siyasal partilerin taraftarları arasında az
bulunan bir uzlaşma, göçmenlerin gönderilmesi konusunda mevcuttur.
53
Kamuoyunun göçmenlere yönelik kaygıları şu başlıklar altında toplanabilir:
Göçmenlerin işlerini ellerinden almaları ve ücretleri aşağıya çekmeleri
Suç oranını artırmaları
Hızlı nüfus artışının demografik yapıyı değiştirmesi
Teröristlerle ilişkili çevrelerden gelmeleri
Kamu kaynaklarının yerli halk için değil, göçmenler için
kullanılması
Çok evlilik ya da çocuk yaştaki kızları evlendirmeleri
Çoğunluğunun eğitim düzeyinin düşük olması
Kent yaşamına ve Türk kültürüne uyum sorunu yaşamaları
Bazı şehirlerde kiraları artırmaları
Vatanlarını savunmak yerine, ülkelerinden kaçmaları şeklinde sıralanabilir.
Elbette kamuoyunun yukarıda sıralanan algılarının hepsinin
gerçek hayatta karşılığı olmayabilir. Ancak algının sonuçları gerçektir diye ünlü bir söz mevcut. Bir diğer ifadeyle olumsuz algıların sonucu olarak ülkemiz insanı giderek artan biçimde göçmenlere karşı öfke dolu hâle gelmektedir. Diğer gelişmiş ülkelerin deneyimlerden farklı olarak bizde, yükseköğretimli, varlıklı,
kentli bireyler, göçmenlerden daha fazla rahatsızdırlar. Ayrıca
kimliklerini sosyal demokrat, laik, Atatürkçü ve Kemalist olarak
tanımlayanlar arasında da göçmenlerden rahatsızlık en üst düzeydedir. Diğer taraftan göçmenlerden rahatsızlık üst ve orta
tabaka mensuplarıyla da sınırlı değildir; bütün toplumsal tabakalara yayılmıştır.
Bazı sosyal bilimciler, başka ülkelerin deneyimlerinden hareketle, savaş bitse dahi, göçmenlerin çoğunluğunun evlerine
dönemeyeceklerini öngörmektedirler. Sayıları milyonları bulan,
54
dışlanmış bir göçmen kitlesi, bazı sosyologların vurguladığı şekilde, ileride gettolaşmaya ve suçun artmasına uygun bir zemin
hazırlayacaktır. Göçmenler ile yerli halk arasındaki gerilim büyümeye devam ederse, sokakta iki çocuğun sokak kavgası, ülkemiz için son derece ciddi sonuçlar doğuracak çatışmaları tetikleyebilir. Suriye’deki çatışma henüz bitmiş değildir. Kamuoyunun
bu hassasiyetini dikkate alarak, medya dâhil bütün ilgililerin dikkatli bir dil kullanmaları ülkemizin huzuru açısından hayati bir
önem taşımaktadır.
55
MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ
III. BÖLÜM
SOSYOLOJİK AÇIDAN
SINIR AŞAN GÖÇLER
Prof. Dr. Hayati BEŞERLİ
56
Prof.Dr. Hayati BEŞİRLİ
Prof.Dr. Hayati BEŞİRLİ, 19 Şubat 1974 tarihinde Samsun’un Terme ilçesinde doğmuştur. İlk ve ortaöğretimini Terme’de tamamlamış ve 1990 yılında Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümünde lisans öğrenimine başlamıştır. 1994 yılında
lisans öğrenimini tamamlamıştır. Prof. Dr. Beşirli,
1998 yılında Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü Sosyoloji Ana Bilim Dalında Yüksek lisans
ve 2003 yılında da doktora derecesini almaya hak kazanmıştır.
Prof. Dr. Beşirli Hacettepe Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Sosyoloji Bölümünde 1997 yıllarında araştırma görevlisi olarak başlamıştır ve 2003 yılına kadar
Hacettepe Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak bulunmuştur. 2006 yılında Sakarya Üniversitesinde yardımcı doçent unvanının alan Prof. Dr. Beşirli. 2008 yılında doçent olmaya hak kazanmıştır. 2013 yılında
Prof. Dr unvanın alan Beşirli hâlen Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde öğretim
üyesi olarak görev yapmaktadır. Prof. Dr. Beşirli aynı
zamanda 2015 2017 yıllarında Kırgızistan-Türkiye
Manas Üniversitesinde öğretim üyesi ve idareci olarak
görevlendirilmiştir.
57
Uyum ve Çatışma
İnsanların her ne sebeple olursa olsun yer değiştirmeleri
göç olarak ifade edilmektedir. Bu yer değiştirmeler gerek göç
veren ülke gerek hedef ülke gerekse göçmenlerin sosyoekonomik
sosyokütürel yapılarında önemli etkiler ortaya çıkarmaktadır. Bu
etkilerin önemi göç meselesini farklı perspektiflerden değerlendirilecek bir konu olarak ele alınmasını önemli kılmaktadır.
2016 Birleşmiş Milletler rakamlarına göre Türkiye dünyada
en fazla mülteci ve sığınmacı barındıran ülke olarak ifade edilmektedir (BMMYK, 2018). Türkiye’de göç mevzuatına göre ise
zorunlu göç nedeniyle Suriye’den Türkiye’ye göçen kişiler, mülteci ya da sığınmacı olarak değil “geçici koruma altındakiler”
olarak tanımlanmaktadır.
2011 yılından günümüze Suriye’den Türkiye’ye doğru başlayan zorunlu göç akını hem Türk toplumu hem de Suriye toplumu açısından önemli dönüşümlere sebep olmaktadır. Bu etkilerin
bir kısmı yerli ve göçmen halk arasında bir çatışma potansiyelini
beraberinde getirmiştir.
Bunun yanında Suriyeli göçmenlerinde kendi içlerindeki
kültürel, etnik ve tabakasal heterojenlik nedeniyle birbirleri içerisindeki ayrışmaların belirginleşmesi ve göç dinamikleri nedeniyle
geldikleri ülkede ayrışmalarının derinleşmesi söz konusudur.
Bu çerçevede Suriye’den göçün etkileri ile oluşan çatışma
potansiyeli taşıyan yoğun karşılaşma alanları üç ana başlık etrafında ele alınmıştır. Bunlar aşağıda belirtilmiştir:
1. Sosyal hayat
2. Kültürel hayat
3. Ekonomik hayat
58
Sosyal Hayat
Sosyokültürel ve sosyoekonomik ve politik kültüre ilişkin
farklılıklar toplumlar arasındaki farklılığın temelini oluşturmaktadır. Bu tür farklılıkların en yoğun olarak görüldüğü yerler ise gündelik hayatı ifade eden sosyal hayat olmaktadır.
Farklı değerler sisteminden gelen ve farklı örüntüler geliştiren toplulukların karşılaşmaları durumu önemli bir sorun alanı
ortaya çıkarmaktadır. İlk önce yoğun göç nedeniyle meydana
gelen sosyal hayatın dönüşmesi ve bu alanda yaşanan dönüşümlerin yerli halkın tepkisini çekmesi görülmektedir. Sosyal hayatın
önemli bir parçası olan kamusal alanlarda artan göçmen görünürlüğü bu unsurun bir parçasıdır. İçişleri Bakanlığı verilerine göre
toplam 3.618.624 Suriyeli geçici koruma altındaki kişiden yalnızca 143.603 kişi geçici barınma merkezlerinde yaşamaktadır
(GİGM, 2018). Türkiye’de Suriyeli göçmenlerin dağılımına bakıldığında sırasıyla İstanbul, Şanlıurfa, Hatay ve Gaziantep ve Adana’da yoğunlaşmış olduğu görülür. Bu 5 ilde ikamet eden toplam
Suriyeli sayısı 2.102.488’dir ve bu kayıtlı Suriyeli göçmen sayısının kabaca 3’te 2’sidir. Bu tablo Türkiye’de bazı illerde yaşanan
mekânsal yoğunlaşmanın boyutunu yansıtır. Bu durum bu illerdeki çatışma potansiyelinin de göstergesidir.
Özellikle kamusal alan ve iktidar ilişkisi düşünüldüğünde
yerli halk, mekân üzerindeki iktidarlarını kaybettikleri algısı ile
hareket etmekte ve bu algı savunma refleksi içinde çatışma potansiyelini barındırmaktadır. Özellikle park ve bahçeler gibi kamusal
alanlarda artan Suriyeli görünürlüğünden yerli halkın rahatsız
olduğu görülmektedir.
Suriyeli göçmenler nedeniyle yerel halkın temel hizmetlerden faydalanma kalitelerinde de düşme yaşanmaktadır. Özellikle
hastaneler ve okullardaki yoğunluklar dikkat çekicidir. Suriyelilerin yoğun olarak yaşadığı sınır illerinde devlet hastanelerinin hiz-
59
met sunduğu kişilerin %30 ile %40’ının Suriyeli olduğu belirtilmektedir. Bu yoğunluktaki göç nedeniyle Türkiye’nin sağlık alanındaki kazanımlarının da gerilediği görülmektedir. Türkiye’de
aşılamalar sayesinde başarılı ile kontrol altına alınan çocuk felci
gibi hastalıkların özellikle sınır illerinde yeniden görülmeye başlandığı ve bu illerde yeniden aşılamaların yapıldığı bilinmektedir
(ORSAM, 2015). Bu örnekler, iki toplum arasındaki farkların ve
kazanımların yalnızca kültürel ve sosyal alanla sınırlı kalmadığını,
Türkiye Cumhuriyeti’nin öncelik olarak tespit ettiği ve kaynaklarını yönelttiği alanlarda gerilemeler yaşandığını örneklemektedir.
Suriyeli göçmenler, genellikle iklim ve barınma şartlarının
elverişliliği nedeniyle sahil kesimindeki büyük kentlere ya da
Suriye sınırına yakın yerlere yerleşmekte, dolayısıyla bu kentler,
önemli bir göçmen akınına uğramıştır/ uğramaktadır. Dolayısıyla
Türkiye’nin güneyi ve batısında yer alan pek çok kent, kendilerine
ayrılan kamplarda kalmayarak, günlük kent yaşamının içine karışan Suriyeli sığınmacıların sokaklarda yaşam mücadelesi verdiği,
göçmen kentleri gerçekliği hâline gelmiştir. 81 ilde yol izin belgesi olmayan yabancıların seyahatlerinin engellenmesine yönelik
faaliyet yürütülmektedir. Bazı iller dönemsel olarak geçici korumaya kapalı tutulmaktadır. Ancak kontrollerin yetersizliği bu
alanda da kendini göstermekte ve bu illerin çekiciliği göçmenlerin
talebini artırmaktadır. Durum yurt içi göçlerde hedef olan şehirlerimizde (İstanbul, Bursa, Antalya gibi) illerde görünürdür. Öte
yandan Suriyeli sığınmacılar sorunu sadece Türkiye’nin değil,
başta Avrupa ülkeleri olmak üzere uluslararası toplumun çözmesi
gereken sorunlardan biri olarak öncelikli sıralara yükselmiştir
(KOÇANCI, 2016).
İllere göre dağılımın yanı sıra kent içerisindeki mekânsal
yoğunlaşmalar da göçün doğurduğu sonuçlardan biridir. Göçmenler, güven arayışı ile etnik, kültürel, sosyal ve ekonomik olarak
60
kendilerine benzer kişilerle birlikte yaşama eğilimi gösterirler
(TÜMTAŞ & ERGUN, 2016). Çeşitlilik, uyum ve birlikte yaşam
konuları, özellikle büyük kentlerde göçmenlerin yoğunlaştığı,
aynı zamanda yerli nüfusun da en yoksul kesiminin yaşadığı alanlarda daha da çetrefilleşir (HUGO, 2005). Bu durum zorunlu göç
ile Türkiye’ye gelen birçok Suriyeli göçmenin ekonomik zorlukları ile de birleştiğinde kent içi çöküntü alanlarında var olan sorunlara eklenir ve etnik bir çatışma olasılığını da beraberinde getirmektedir. Dengelerin çok hassas olduğu, çatışmanın yalnızca
sosyal alanda kalmayıp fiziksel çatışmaya da evrilmesinin mümkün olduğu bu mekânlarda, Araplık ve Arapça ile özdeşleşmiş bir
getto kültürünün oluşmakta olduğunu ve bunların yerli unsurlarla
çatışma içine girebileceği olasılığını göz önünde tutmamız gerekmektedir. Bu tartışmalar, dünya literatüründe mültecilerin kentlerde istenmemesi (KİBREAB, 2007), (FÁBOS & KİBREAB, 2007)
eğiliminin bir yansıması değil, kent içi alanlarda “kültür adaları”
şeklinde yoğunlaşmaları durumunda öncelikle orada hâlâ ikamet
eden yerel unsurlarla çatışma yaşamaları, daha sonra ise gettolaşma sürecinin daha da ilerlemesi ihtimali nedeniyledir. Böyle
bir çatışmanın yaşanması durumda zaten “misafirlik” gibi muğlak
bir tanımla sosyal hayatın içine giren Suriyeli göçmenlerin bu
çatışmada zarar görmesi mümkündür. Denizli Kale, Uşak Eşme,
Bursa ve Şanlıurfa’da yaşanan olaylar artık muhtemel bir durumdan ziyade gerçekleşmeye başlamış bir duruma işaret ediyor olabilir.
Türkiye’ye gelen göçmenler homojen bir özellik taşımamaktadır. Göçmenlerin dinsel, dilsel özellikleri ve etnisiteleri
farklıdır. Suriye’den Türkiye’ye göçmüş olan kişiler arasında da
etnik kimlik açısından farklılıklar vardır. Suriye’den göçmüş en
büyük etnik gruplar olan Arap, Kürt ve Türkmen göçmenlerin
Türkiye’deki sosyal hayata entegrasyonunu farklılaştıran en önem-
61
li etmen Türk dilidir. Türkmen göçmenlerin Türkiye Türkçesine
hâkim oldukları bilinmektedir. Ayrıca Suriye Türkmenlerinin Türkiye ile olan tarihsel bağları ve kültürel benzerlikleri Türkmenlerin sosyal, kültürel ve ekonomik hayata uyum sağlamasını kolaylaştırırken diğer etnik gruplar daha fazla sorun yaşamaktadır. Türkiye Türkçesi bilmeleri ve her bakımdan Türkiye ile bağlarının
olması Türkmenlerin iş ve okullaşma gibi toplumsal hareketlilik
imkânlarını da beraberinde getirir. Bu durum ise diğer Suriyeli
göçmenlerin Türkmenlere karşı tavır alması, Türkmenlerin “makbul göçmenler” olarak algılanırken kendilerinin dışlandığı algısına
kapılmaları tehlikesini doğurmaktadır. Yasal statülerinin ve buna
bağlı olarak devlet nezdinde haklarının aynı olmasına rağmen
diğer etnik gruptan olan göçmenlerin Türkmenlere karşı tavırlarının sertleşme ihtimali göz ardı edilmemelidir.
Göçmenler arasındaki kültürel, etnik ve dilsel farklılıklar
Türkiye için bu süreci daha zor kılmaktadır. Yalnızca Arap, Kürt
ve Türkmen gruplar değil sayıları daha az olmakla birlikte Yezidiler, Dom, Rom ve Lom gibi grupların ihtiyaçları ve sorunları farklılaşmaktadır. Suriyeli göçmenlerin kendi toplumlarından Türkiye’ye taşıdıkları ötekileştirme dinamikleri göç sürecinin yönetimini Türkiye için daha da zorlaştırmaktadır.
Kültürel Hayat
Tüm toplumlarda kültürel değişikliği tetikleyen başat unsurlardan biri göçtür. Göç ile birçok olumlu unsurun bir toplumdan
diğerine taşınması tarih boyunca görülmüştür. Fakat Suriye’den
zorunlu göç akını ile gelen bazı kültürel unsurların Türkiye’de
yıllardır aşılmaya çalışılan ve bir dereceye kadar da başarılı olunmuş konularda bir gerileme getirdiğini söylememiz gerekir. Bu
unsurlara örnek, çocuk işçiliği, erken yaşta evlilikler, çok eşlilik ve
resmî nikâh konularıdır.
62
Suriyeliler arasında erken yaşta evliliğin özellikle sosyoekonomik düzeyi düşük olanlar arasında yaygın olduğu ve göç
eden nüfus arasında kadın ve çocukların daha incinebilir bir durumda oldukları, istismar ve şiddetten daha fazla etkilendikleri
bilinmektedir (BM, 2017). Göç ve göç sonrasında kadın ve çocukların bu güçsüzlüklerinin devam etmesi nedeniyle Suriyeli kadınların evlilik yoluyla bu güçsüzlüğü aşmaya çalıştığı durumlar olduğu görülür. Fakat bu noktada tartışmaya açılması gereken nokta
iki kültür ve toplum arasında yapılan bu evliliklerin olumsuzluğu
değildir, aksine olumlu ve etkileşimi arttıran unsurlar olarak ele
alınmaları mümkündür. Bu safhada sorun, bu olgunun medyaya
yansımalarının da beslediği Suriyeli kadınlara karşı yükselen önyargı ve buna bağlı olarak çatışma ihtimalidir.
Özellikle Suriyeli kadınların yerli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ile evlenmesi medyada sıklıkla bahsedilen bir olay
olmuştur0F
1
. Bu olgunun sıklığının ne olduğu konusunda güvenilir
veriye ulaşılması zordur. Fakat tartışmaya açmamız gereken konu,
bu evliliklerinin sıklığından bağımsız olarak Türkiye’deki yerli
kadınlar arasında Suriyeli kadınlara yükselen öfkedir. Suriyeli
kadınların mağdur olduğu bir olgu bile yerli halkın da rahatsızlık
duyduğu bir çatışma alanına dönüşebilmektedir.
Örnek olarak ORSAM raporunda yoğun dış göç almış Kilis,
Şanlıurfa ve Hatay illerinde sosyal yaşamın düzeninin bozulmasına neden olacak bir olgu olarak Suriyeli kadınlarla yapılan ikinci
evliliklerin yaygınlaştığı belirtilmiştir (ORSAM, 2015). Erkeklerin
bu şekilde ailelerini terk etmesinin geride bıraktıkları kadın ve
1
http://t24.com.tr/haber/suriyeli-kadinlarla-ikinci-evlilik-erkekler-iyilikyaptiklarini-soyluyor-ama-cocuklu-kadinlarla-degil-genc-kizlarlaevleniyor,379615
mi__Tek_care_evlilik.html
63
çocuklar için yoksullaştırıcı ve damgalayıcı etkileri göz ardı edilemez. Bu durumda bu evlilikleri yapan Suriyeli kadınlara karşı
bir tepki yükselmektedir. Türk hukuk sisteminde evlilik olarak
kabul edilmeyen fakat kültürel olarak kabulü olan bu tür
gayriresmî beraberlikler Türk aile yapısına zarar vermektedir.
Bununla beraber Türkiye uzun yıllardan beri kadınların
sosyoekonomik ve sosyokültürel hayatta güçlendirilmesi, kız çocuklarının eğitimi ve çocuk evliliklerinin engellenmesi için gerek
STK’ler vasıtasıyla gerekse kamu vasıtasıyla açılımlar gerçekleştirmekte ve önemli kazanımlar sağlamaktadır. Ancak kültürel
farklar bu kazanımları ortadan kaldırma düzeyine gelmiştir. Özellikle erken yaşta evlilikler, çok eşlilik ve resmî nikâhın önemi
konusunda geliştirilmeye çalışılan farkındalık düzeyinin gittikçe
eridiği görülmektedir.
Küçük yaştaki kız çocuklarının hamileliği gibi vakalarda Suriyeli erkeklerin kendilerini kendi kültürlerinde bu yaşta evliliğin
normal ve kabul edilebilir olduğu iddiasıyla savundukları medyaya yansımaktadır1F
2
. Türkiye’deki yasaları bilmediklerini ve kültürel
olarak yaptıkları evliliklerin meşru olduğunu iddia eden göçmenlerin, Türkiye’de kabul edilebilir bulunmayan ve normalleşmemesi için her türlü önlemin alınmaya çalışıldığı bu kötü pratikleri
tekrar canlandırdığı görülmektedir.
“Kültürel farklılıkların aşılmasında Suriyeli göçmenlerin yerel kültürü tanıması amacıyla oryantasyona ve özellikle Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde olduğu gibi kurslara tabi tutulması
mümkündür. Özellikle yerel kültürün hassasiyetlerinin iyi tanıtılması ve mültecilerin bunları doğru algılamaları son derece önemlidir. Bunun yanında sığınmacıların kültürel özelliklerinin medya,
2
64
kamu kuruluşları, billboardlar ve broşürlerle tanıtılması da olasıdır2F
3
. Bu durum kültürel farklılıklardan kaynaklı sorunların kartopu
gibi giderek büyümesinin ve bir sorun olmasının önüne geçebilir.
Fakat önlem alınmadığı takdirde kültürel ayrışma ve çatışma kaynaklı dışlama ve ayrışmaya neden olacaktır” (Sönmez &
Adıgüzel, 2017).
Sınır illerinde bulunan geçici barınma merkezlerinin kapatılmaya başlanması süreci3F
4
bölgedeki demografik yapının değişmesini önemli bir konu hâline getirmiştir. Nüfus projeksiyonlarından da görüleceği üzere göçmen nüfusta hızlı bir artış vardır ve
bu artış sürecektir.
Ekonomik Hayat
Suriyeli sığınmacıların Türkiye’ye gelmesiyle birlikte, Türkiye’deki yerel yoksulların yaşadıkları yoksulluğun değişmesi
durumunu Koçancı (KOÇANCI, 2016) “yoksulluk çökmesi” olarak
tanımlanmaktadır. Suriyeli sığınmacılar Türkiye’de enformel sektörün başlıca iş gücü potansiyeli olmuşlardır. Verdikleri yaşam
mücadelesi nedeniyle çok daha düşük ücretler karşılığında çalışmaları neticesinde çok sayıda yerel yoksul ya işlerinden çıkarılmış
ya da işe talip olmaları durumunda tercih edilmeyen olmuşlardır.
Özellikle mevsimlik tarım işçiliği ve ağır sanayi kollarında dış
yoksulların tercih edilmesi yaygın olarak görülmektedir.
Suriye’den gelen göçmenlerin Türkiye’de bazı sosyal yardımdan yararlanıyor olmaları, yerel yoksullar arasında Suriyelilerin zaten kısıtlı olan yardım kaynaklarını daha da azalttığı düşün-
3
Bu konuda yapılabilecek uygulamaya bir örnek Bursa Emniyet Müdürlüğünün,
Bursa’da yaşayan Suriyelilere Türk toplum ve ile yapısını anlatan bilgilerin yer
aldığı broşürler dağıtmasıdır. Haber için 4
Gaziantep, Adıyaman ve Mardin’deki 5 geçici barınma merkezinin kapatılıyor
olması.
65
cesini ortaya çıkarmıştır. Bu yardımların büyük kısmının AB finansmanıyla yapıldığı yerel yoksul halk tarafından bilinmemektedir. Bununla beraber belediyelerin başını çektiği kamu yardımları
da bulunmaktadır. Suriyelilerin ayni yardımları yerel yoksullara
daha düşük bir fiyattan da olsa satmaları yerel yoksullar arasında
rahatsızlığa sebep olmaktadır. Dış yoksullar olarak nitelendirilebilecek Suriyelilerin, yerel yoksulların zorluklar çekerek elde ettikleri maddi ve sosyal olanaklarında daha da kötüleşmeye neden
oldukları ifade edilmektedir. Dış yoksulların gelmesiyle, yerel
yoksulların toplumsal fırsatlarının azalması ve maddi durumlarının kötüleşmesi “yoksulluk çökmesi” kavramının ifade ettiği durumdur (KOÇANCI, 2016).
Türkiye’de Suriyelilerin gelmesi nedeniyle yoksulluğun ve
olumsuz koşulların arttığı fikrinin yaygınlığı göçmenlerle yerli
halkın çatışma ihtimalini arttıran bir etmendir. Türkiye’de halkın,
Suriyelilerin Türk ekonomisini zarara uğrattığını düşünme oranı
oldukça yüksektir. M. Erdoğan’ın yaptığı araştırma katılımcıların
%70, 7’sinin Suriyeliler Türkiye’de ekonominin nedeniyle zarara
uğradığını düşünmektedir. Aynı araştırma, katılımcıların %61,
2’sinin Türkiye’deki yoksullar varken Suriyeli sığınmacılara yardım yapılması konusunda olumsuz düşünceleri olduğunu ortaya
koymaktadır (ERDOĞAN M. M., 2014). Bu yüksek oranlar Suriyelilerle yerel halk arasındaki çatışma ihtimali hakkında önemli
ipuçları vermektedir.
Yerel iş gücü piyasalarına sadece ücret politikaları üzerinden olumsuz bir etkisi olmamakta aynı zamanda çalışma süreleri
üzerinden de iş hayatında istismar ve yeni riskler oluştuğu gözlemlenmiştir. Özellikle günlük yevmiye ile çalışılan ve nitelik
gerektirmeyen veya az gerektiren işlerde göçmenlerin yoğun olarak çalışması iş gücü piyasasında önemli bir sorun potansiyeli
taşımaktadır.
66
Suriyeli işçilerin Türkiye’de yarattığı iş gücü arzı nedeniyle
Türkiye’de emek ücretleri değişmektedir. Suriyelilerin günlük
olarak işçi ücretlerinin daha düşük olduğu ve aracıların bu işleri
Suriyeli işçilere bulma karşılığında bir pay aldığı bilinmektedir
(LORDOĞLU & ASLAN, 2016) .
Özellikle mevsimlik tarım işçiliği konusunda Suriyeli işçilerin bu piyasaya girmesi önemli bir rekabet sorunu yaratmış ve bu
alanda işçi ücretlerinin düşmesine neden olmuştur. Suriyeli göçmenlerin mevsimlik tarım işçiliğinde yerlilere kıyasla daha ucuza
çalışmaları, yerli işçilerin yevmiyelerinin yıllar içinde sabit kalmasına ve ailelerin tarım işçiliğinden kazandıkları toplam ücretlerin
düşmesine neden olduğuna dikkat çekilmektedir. Bu durum mevsimlik tarım işçiliği yapan Suriyeli ve yerli gruplar arasında bir
çatışma yarattığı gözlemlenmiştir (Hayata Destek, 2014). Yabancı
uyruklu tarım işçilerinin yevmiyeleri düşürmesi nedeniyle kitlesel
kavgaların da çıkabildiği, mevsimlik tarım işçilerinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
kurulan Meclis Araştırması Komisyonu raporunda da belirtilmiştir.
Aynı raporda yerli işçiler için belirlenmiş olan günlük yevmiyenin
45 TL olduğu, Suriyeli ve diğer yabancı uyruklu işçilerin ise 25-30
TL’ye kadar düşebilen ücretlere çalıştıklarına dikkat çekilmiştir
(TBMM, 2015).
Bu şartlar altında, mevsimlik tarım işçiliği alanındaki rekabetin daha da artacağı ve bu alandaki baskın unsurun Suriyeli
göçmenler olacağı tahmin edilmektedir. Suriyeli göçmenlerin
zamanla tarım işçiliğindeki deneyimlerinin arttığını ve buna bağlı
olarak daha kalifiye işçilere dönüştükleri dikkat çekmektedir.
Suriyeli işçilerin tarımdaki becerilerinin gelişmesi yerli işçilerin
yerini almalarını kolaylaştırmaktadır (DEDEOĞLU, 2018). Mevsimlik tarım işçiliğindeki dinamikler, Suriyelilerin emek arzı sayesinde yerli halkın emek piyasasındaki konumlarının yükseleceğine
67
dair iddiaların yanlışlanması açısından önemli bir örnektir. Mevsimlik tarım işçiliği veya inşaat işçiliği gibi daha korunmasız sektörlere göçmenlerin eklemlenmesi Türk işçileri çalışma şartları ve
ücretler açısından bir üst seviyeye itmemiştir. Aksine Suriyeli
işçilerin daha düşük ücretlerle çalışması ve zamanla deneyim
kazanıp Türk işçilerle benzer şekilde işler yapmaya başlamaları,
düşük ücretleri normalleştirmektedir. Bu konuda sıklıkla Türkiye’den Avrupa’ya yönelen işçi göçünün Avrupa’da yerel halkın
yapmak istemedikleri işlerin göçmenler tarafından yapılmasını ile
bu ülkelerin vatandaşlarını bir üst seviyeye taşıdığına dair örnekler verilerek bir karşılaştırılmaya gidilmektedir.
Suriyeli göçmen işçilerin Türkiye’nin ekonomik gelişimine
katkıda bulunmasının mümkün olduğu nokta işçi ücretlerinin
daha da düşmesi ile sanayi üretimindeki emek maliyetlerinin
düşürülmesi olabilir. Fakat bu durumun sosyal maliyeti oldukça
ağır olacaktır. Hem yerel hem de göçmenler arasında maddi sıkıntıların artması ve bu nedenle bu grupların birbirlerini suçlaması,
çatışma ihtimallerini arttırması beklenmelidir.
Böyle bir tabloda, azalan işçi maliyetlerinin artan sosyal
maliyetlerle karşılaştırıldığında Suriyeliler ile yerli halk arasında
çatışma potansiyeli yaratan bir başka konu ise Suriyelilerin işletmekte oldukları dükkânlar ve lokantalar gibi küçük işletmelerin
fiilî olarak vergiden muaf olmalarıdır. Türkiye’de yetkililerin bu
duruma bir çeşit hoşgörü gösterdikleri bilinmektedir. Fakat Suriyelilerin işlettikleri bu yerler aynı sektördeki Türk esnaf için rekabet
sorunu oluşturmakta (LORDOĞLU & ASLAN, 2016) ve bu durum
bir çatışmayı beraberinde getirmektedir. Türk esnaflar iş yerlerini
kayıt altına aldırmakta ve vergi ödemektedir. Bu durum devletin
kendi vatandaşına haksızlık yaptığı fikrini beraberinde getirmektedir. Devlet ve vatandaşı arasındaki bağın sorgulanması ve vatandaşın geçici koruma altındakilerin refahı için kendisinin ceza-
68
landırıldığını düşünmesi devlet-toplum ilişkisi açısından zedeleyicidir.
Bu durum tartışmaya açıldığında verilen ilk cevaplar zaten
bu iş yerlerinin müşterilerinin yine Suriyeliler olduğu ve bu nedenle Türk esnafa kayda değer olumsuz bir etkisi olmadığı yönündedir. Fakat bu cevaplar durumun gerçekliğine uymamaktadır.
İş yeri kiraları, Suriyeli girişimcilerin açtıkları dükkânlar nedeniyle
artmaktadır. Ayrıca Suriyelilerin Türkiye’de kaldıkları süre arttıkça
ürünlerin satışı için gerekli olan dil yetileri de gelişmektedir. Lokanta, tatlıcı ve fırınlar gibi yerlerde Türkçe bilen eleman istihdam
edilmesi ile satış esnasında yaşanan dil sorunları aşılabilmektedir.
Bu etkenler Türk ve Suriyeli esnaf arasındaki rekabet sorununun
ciddiye alınmasını gerektirir.
Suriye’den gelen göçün yerli halkı huzursuz eden bir diğer
etkisi göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı illerdeki kiraların aşırı
yükselmesidir. Örnek olarak Kilis ve İstanbul’daki kira artışları
durumun önemini göstermektedir. Bu kira artışı bölgede konut
sektörünü etkilemekte ve kiracıların göçmenlere ilişkin olumsuz
algılar beslemelerini beraberinde getirmektedir.
Kampların kademeli olarak kapatılarak Suriyeli sığınmacıların kamplar dışına çıkmasıyla gerek iş gücü piyasasına yönelik
gerekse güvenlik alanına ilişkin olarak tedbirlerin yerel ve genel
yönetimlerce henüz alınmadığı söylenebilir. Bu durum kontrolsüz
bir alan ortaya çıkarmakta kampların ekonomik maliyeti toplumsal çatışma alanlarının açılması ve toplumsal dengenin bozulmasını göz ardı eder nitelik ortaya koymaktadır. Suriyeli göçmenlerin
kamplarda kaldıkları süre uzadıkça Suriyelilerin genel olarak kentlerin varoşlarında yaşamaları suça karışmalarını veya suç örgütlerinin bu insanları kullanabilmelerini kolaylaştırmaktadır. O ağır ve
M. Sezik’in ifadelerine göre suça karışan veya karışabilecek sığınmacıların cezalandırılamama ihtimali yüksektir. Kayıt altında
69
olsa bile suç işleyen bir Suriyelinin ülkesine kaçtıktan sonra cezalandırılma veya geri getirilme olanağı yok denecek kadar azdır.
Suçluların cezalandırılamaması durumu ev sahibi halkta infiale
neden olabilecektir. Gaziantep’te Suriyeli bir çalışanın patronunu
öldürerek kayıplara karışması sonrası yaşananlar bu tarz olayların
prototipi niteliğindedir (AĞIR & SEZİK, 2015). Yine aynı çalışmada “Güvenlik anlamında en riskli grup kayıt altında bulunmayan
sığınmacılardır. Bunlardan bir kısmının suça meyilli kişiler olup,
bir suç işlediğinde yaşadığı yeri değiştirerek cezadan kurtulabilmek için bilinçli olarak kayıt yaptırmadıkları değerlendirilmektedir. Kayıt altına alınmayan bir Suriyelinin suç işledikten sonra
kaçarak hiçbir yaptırıma tabi tutulamama riski diğer gruptakilere
oranla daha yüksek olduğu ifade edilmiştir” (AĞIR & SEZİK,
2015).
Özellikle turizmin ekonomik faaliyet olarak ön plana çıktığı alanlarda göçmenlerin bulunmaları, İstanbul Antalya, Konya
vb. bölgelerin göçmenlerin yaşam alanına açılması önemli bir risk
olarak düşünülmelidir. Bu alanların göçmenlere kapatılması ve
kontrollerin yoğun olarak yapılması gereklidir.
Şu anda Türkiye’de en çok dikkat çeken göçmen grup Suriyeliler olsa da özellikle son zamanlarda Afganistan uyruklu kişilerin İran üzerinden Türkiye’ye yoğun şekilde geçiş yaptığı bilinmektedir. Düzensiz göçmenler olarak değerlendirilen ve yakalanan Afganistan uyruklu kişilerin sayısını 2014 yılında 12.248 iken
2018’in son ayında bu rakam 98.573’ü bulmuştur. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin 2018 verilerine göre Türkiye’de Suriyelilerden sonra en büyük yerinden edilmiş grup 172
bin kişi ile Afganlar olmuştur. Afganları ise 142 bin kişi ile Iraklılar takip etmektedir (BMMYK, 2018). 2016 yılı verileri, 125.879
kişi ile Iraklıların ikinci en büyük grup, 113.756 kişi ile Afganistan
uyruklu kişilerin ise üçüncü en büyük grup olduğunu göstermek-
70
tedir (UNHCR, 2016). Bu durumda Afganistan’dan yönelen göç,
Irak’tan yönelen hareketliliği geçmiştir. Bugün Afganistan (bir
kısmı İran’da mukim) uyruklu kişiler, Türkiye’deki en kalabalık
ikinci yerinden edilmiş gruptur. Fakat Afganistan’dan Türkiye’ye
doğru artan düzensiz göç ve bu göçmenlerin ihtiyaçları arka
planda kalmaktadır (KAHRAMAN, 2017). Bu artışın devam etmesi
durumunda Afganistan uyruklu ve Suriye uyruklu kişilerin karşı
karşıya gelmesi ihtimalini de doğurmaktadır.
Göçmenlerin geldikleri ülkeler incelendiğinde denizaşırı
ülkelerden ve bilinen kara göç yollarından gelenlerin olduğu
görülmektedir. Buna ilişkin olarak vize anlaşmasının bu göçü
besleyici rolü incelenmeli ve yoğun göç veren gelişmemiş ülkelerle olan vizesiz seyahat anlaşmaları tekrar gözden geçirilmelidir.
Göçle mücadele kapsamında iller düzeyinde yetkili kurumlara
ödenek dağılımı yeniden organize edilmelidir. Göçmenlerin doğu
sınır illerinden batıya kolayca transferi görülmektedir. Bu geçişler
ödenek eksikliği gibi gerekçelerle göz ardı edilmemeli ve yol
kontrolleri arttırılarak batı illerine olan geçiş önlenmelidir.
SONUÇ YERİNE
Birçok çalışmada kültürel ve ekonomik etkinin birlikteliği
dikkat çekicidir. Ekonomik temelli çeşitli sorunlar yanında kültürleşmenin önüne geçme ihtimali olan çeşitli sosyalkültürel sorunlar
da bulunmaktadır. Bu sorunlar algılar ve gerçekler arasına sıkışmış
bir özellik göstermektedir. Genel olarak toplumsal olarak güven
ortamının zayıflaması ve özel olarak siyasete olan güvenin azalması Suriyeli göçmenlere ilişkin politik kara alıcıların açıklamalarını yeterli görmemektedir.
Farklı kültürlerin karşılaşması sürecinde toplumsal entegrasyonun önündeki engeller genelde kültürel farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Bu farkların ortaya konulmasında öncelikli olarak
71
politika üreticilerin göçmenlere ilişkin kararlarını açıkça ortaya
koymaları ve bu tavır esasında “devlet politikası üretimi” göz
önünde bulundurulmalıdır. Bu tavır uygulanacak entegrasyon
politikaları için belirleyici olacaktır. Göçmenler veya göçmen
karşıtlığı Türkiye’nin geleceğini derinden etkileyecek ve yapısal
konularda önemli etki bırakacak mesele olarak ele alınmalı, gündelik siyaset içinde oy verme davranışı belirleyicisi olarak düşünülmemelidir.
73
MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ
IV. BÖLÜM
SINIR AŞAN GÖÇLERİN
DEMOGRAFİK BOYUTU
Prof. Dr. Kutlu Kağan SÜMER
74
Prof. Dr. Kutluk Kağan SÜMER
(İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi)
1970 Yılında İstanbul’da doğdu. Lisans eğitimini Mimar Sinan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi,
İstatistik Bölümü’nde 1991’de yüksek lisans eğitimini
“Merkezi Plancı Ekonomilerden Piyasa Ekonomisine
Geçiş ve BDT’deki Türk Cumhuriyetlerinin İktisadi Potansiyelleri” isimli tezle 1992’de İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Ekonometri Bölümünde; doktora eğitimini “Kurzfristige Prognose von
Aktienkursentwicklungen mit Hilfe von
ökonometrischen Methoden” adlı tezle 2002’de
Wirtschaftsuniversität Wien, Dr.rer.oec.soc. (Viyana
İktisat Üniversitesi, sosyal bilimler ve ekonomi doktoru), Avusturya / Viyana’da tamamladı. 2012 yılında
ekonometri doçenti oldu, 2018 yılında İstanbul Üniversitesinde ekonometri profesörü unvanına hak kazandı.
Evli ve iki çocuk babası olan Prof.Dr. Kutluk
Kağan Sümer’in ekonomi, ekonometri, istatistik, büyük veri demografi, savunma ekonomisi, planlama, finansal ekonometri, Türk devlet ve toplulukları ekonomileri, Avrupa Birliği konularında yoğunlaşmış çok
sayıda ulusal ve uluslararası makalesi ve ikisi ortak yazarlı, beşi tek yazarlı yedi kitabı bulunmaktadır.
75
Ülkemize yönelik kitlesel göç hareketleri Cumhuriyet’in
kuruluş süreci ve sonrasında da devam etmiştir. Bu hareketlerin
en somut örnekleri ise şu şekilde özetlenebilir:
· 1922-1938 yılları arasında Yunanistan’dan 384 bin kişi
· 1923-1945 yılları arasında Balkanlar’dan 800 bin kişi
· 1933-1945 yılları arasında Almanya’dan 800 kişi
· 1988 yılında Irak’tan 51.542 kişi
· 1989 yılında Bulgaristan’dan 345 bin kişi
· 1991 yılında I. Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’tan 467.489
kişi
· 1992-1998 yılları arasında Bosna’dan 20 bin kişi
· 1999 yılında Kosova’da meydana gelen olaylar sonrasında
17.746 kişi
· 2001 yılında Makedonya’dan 10.500 kişi
· Nisan 2011- Ekim 2017 arasında Suriye’de yaşanan iç karışıklıklar nedeniyle yaklaşık 3 milyon kişi.
Özetle, Ülkemiz, 1922’den günümüze kadar 5 milyondan
fazla kişiye kucak açmıştır. Bu sayıya çalışma ve eğitim gibi amaçlarla gelen yabancılar dâhil değildir. Türkiye’ye çalışma, eğitim ve
diğer amaçlarla gelmiş olan yabancılara ilişkin rakamlara bakıldığında özellikle son 13 yılda toplam 2.442.159 yabancının ikamet
izni aldığı kaydedilmiştir. Türkiye nüfusuna bakıldığında bu
%3’lük ciddi bir orana tekabül etmektedir.
NÜFUS ARTIŞ ORANLARI AÇISINDAN GÖÇLER
Türkiye’ye ait nüfus artış oranları aşağıdaki grafikte verilmiştir.
76
10.236.300.000 TL net kâr elde etmesi mümkündür. Ford
Otosanın 692.000.000 TL faiz, 2012 yılı Dünya Bankası nüfus
77
artış hızı verilerine bakıldığında Türkiye için nüfus artış oranı
%o12.8 olarak verilmiştir.
Özellikle Suriye’den son yıllarda gelen göç dalgası açısından Suriye’nin nüfus artış hızı değerlendirilecek olunursa aynı
rapora göre bu rakam %o19.7’dir. Açıkça görülmektedir ki savaş
ve kargaşalara rağmen Suriye nüfusu Türkiye’den çok fazla artmaktadır. Üstelik nüfus artışı üstel bir fonksiyon olarak hesaplanmaktadır ki bu da durumun vahametini bir kez daha arttırmaktadır.
Hesaplama yöntemine bir kez daha değinecek olursak hesaplama yöntemi aşağıdaki şekildedir:
Bölge kırılımına gittiğimiz zaman ise tablo (TUİK bölgelere
göre nüfus artış oranlarını en son 2000 yılı nüfus sayımı verilerinden hesaplamıştır ADNKS verileri ile hesaplanan illere göre tablo
ekte verilmiştir) aşağıdaki gibidir:
78
Bölgelere Göre Şahir ve Köy Nüfusu-Yıllık Artış Hızı
Göçlere rağmen en çok göç veren bölge olan Güneydoğu
Anadolu bölgesinde nüfus artış oranı %o24.79 seviyesindedir. En
çok göç alan Marmara bölgesinde bu oran %o26.69 seviyesindedir. Bu rakamlardan da anlaşılabileceği üzere Türkiye’nin etnik
nüfus profili Türklerin aleyhinde gelişmektedir.
EKONOMİK AÇIDAN NÜFUS ARTIŞI
Nüfus artış hızı, eğitime, kültüre ve ekonomik gelişime bağlı olarak değişir. Ekonominin tarım ve hayvancılığa dayalı olduğu,
eğitim ve kültür düzeyinin geri olduğu ülke ve bölgelerde doğurganlık hızı fazladır. Ayrıca kırsal kesimde doğurganlık hızı kentle-
79
re göre daha yüksektir. Nüfus artış oranları kadınların yaşı ve
eğitimi, çalışma hayatındaki yerine göre değişir. Kadınların eğitimi
yükseldikçe, yaşı arttıkça, çalışma hayatında yer aldıkça doğum
oranları düşmektedir.
Gelişmiş ülkelerde nüfus artış oranları azdır. Bu ülkelerde
nüfus artış oranları %0 -1 arasında bulunmaktadır. Genç nüfus bu
ülkelerde az olup yaşlı nüfus artmaktadır. Gelişmiş ülkelerde 65
yaş üstündeki nüfus 150 milyondan fazladır. Bu sayı önümüzdeki
yıllarda sürekli artacaktır. Çünkü tüm dünyada ortalama ömür
uzamaktadır. Bu sorun gelişmekte olan ülkelerde de öne çıkacak
önemli bir sorun olacaktır.
Nüfus artışı ile gelişmişlik arasında ters bir orantı vardır.
Gelişmişlik düzeyi arttıkça nüfus artış hızı düşmektedir. Dünyada
bakıldığında nüfus artış hızının yüksek olduğu ülkelerin genelde
gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde olduğu görülmektedir.
Bir ülkedeki nüfus artış hızının fazla olmasının sorun hâline
gelmesindeki temel etken, o ülkenin ekonomik kaynaklarının
ülkede yaşayan nüfusun beslenme, barınma, eğitim, sağlık ve iş
gibi temel gereksinimlerini karşılayamamasıdır. Bu duruma aşırı
nüfuslanma denir.
a. Nüfus Artışının Olumlu Sonuçları
1. Üretim artar.
2. Vergi gelirleri artar.
3. Mal ve hizmetlere talep artar.
4. Yeni endüstri dalları doğar (Piyasa genişler, yeni yatırım
sahaları açılır).
5. İşçi ücretleri ucuzlar.
6. İhracatta rekabet kolaylaşır.
7. Askerî savunmada önemlidir kısa süre de güçlü ordular
kurulabilir.
80
b. Nüfus Artışının Olumsuz Sonuçları
1. İşsizlik artar.
2. Kişi başına düşen millî gelir azalır.
3. Tüketim artar (Tüketici durumda olan çocuk yaştaki nüfusu ve tüketimi artırır.).
4. Tasarruflar azalır.
5. Ekonomik bağımlılık oranı yükselir.
6. İç ve dış göçler artar.
7. İnsanların temel ihtiyaçlarının karşılanması zorlaşır, Yetersiz beslenme sorunu ortaya çıkar.
8. İhracat azalır.
9. Demografik (nüfusa bağlı) yatırımlar artar.
10. Çevre kirlenmesi artar.
11. Çarpık kentleşme görülür, belediye hizmetleri zorlaşır.
12. Kalkınma hızı düşer (Ulusal gelirin büyük bölümünün
artan nüfus tarafından tüketilmesine bağlı olarak ekonomik kalkınma hızı yavaşlar.).
13. Artan nüfusu beslemek için toprağın aşırı kullanılması
toprak erozyonunu hızlandırır.
14. Eğitim hizmetlerinin kalitesi düşer.
c. Nüfus Artışını Etkileyen Faktörler
a. Doğurganlık ve ölüm oranları
b. Göç hareketleri
c. Sağlık alanındaki ilerlemeler (aşılama, bulaşıcı hastalıklara karşı etkili ilaçların bulunması)
d. Beslenme imkânları
e. Eğitim seviyesinin durumu
81
f. Yaşam standartlarının yüksekliği (gelir düzeyinin artması)
g. Nüfus planlaması çalışmalarının yapılma düzeyi
h. Savaşların azalması
i. Kadınların eğitim düzeyinin ve ekonomik bağımsızlıklarının artması
j. Ülke sınırlarındaki değişmelerdir.
Dünya nüfusu sürekli bir değişim içindedir. Bu değişim
hem alansal hem de sayısal değişmelerdir. Bu değişimlerin asıl
sebebi yaşam koşullarındaki değişmelerdir.
d. Nüfus Artışının Olumlu ve Olumsuz Yönleri
Nüfus artışı hızının az olması;
A. Nüfus sayısı azalır.
B. Yaşlı nüfus artarak, nüfus dinamik özelliğini yitirir.
C. İş gücü azalması veya sıkıntısı başlar.
D. Ülkenin geleceği tehlikeye girer.
e. Nüfus Artışı (Artış Hızının Yüksek Olması) Olumlu Etkilere de Yol Açabilmektedir
A. Mal ve hizmetlere talep artar.
B. Yeni sanayi kollarının doğmasına yol açar.
C. İşçi ücretleri düşer.
D. Vergi gelirleri artar.
E. Piyasa genişler, yeni yatırım sahaları açılır.
F. Askeri açıdan savunmada önemlidir.
82
GÖÇ MİKTARLARI VE TRENDLER
Özellikle 2011 yılındaki Suriye krizinden sonra yoğun bir
göçmen sayısı kırılması olduğu grafikten de açıkça görülmektedir.
Trend yapısı incelenecek olursa Türkiye’de yapının 2011
yılından itibaren aşırı değiştiği fakat 2017-2018 döneminde 3,5
milyon göçmen civarında sabitlenmeye başladığı görülebilir.
83
Alt Trendler
84
Modelleme
Çeşitli ekonometrik modeller yardımıyla göç verisi üzerinde çalışılmıştır. Modeller EK-te görülebilir sonuç olarak Türkiye’deki göç yapısının 1987 ve 2011 yılı itibarıyla iki trend sıçraması yaşadığı üzerine kurulu modelleme kabul edilmiştir. Bu
model gerek R2
si gerekse Akaiki ve Sch kriterleri açısından da en
iyi modeldir. Bu modelin paramerik hâli aşağıdaki gibidir.
LOG(GOC) = C(1) + C(2)*D1*@TREND + C(3)*D2*@TREND
LOG(GOC)= 7.4768+0.0379*D1*@TREND+ 0.06199*D2*@TREND
Yine aynı model sonucunda Gerçek, tahmin ve hata terimi
grafiği aşağıdaki grafikte verilmiştir.
-4
-3
-2
-1
0
1
2
6
8
10
12
14
16
5 10 15 20 25 30 35 40 45 50 55 60 65
Residual Actual Fitted
85
Eski Trendin Devamı Durumunda 2023 Projeksiyonu
Türkiye için ön görülen 2023 göçmen nüfusu 1 milyon 350 bin kişi civarında olmalıdır.
Mevcut Trendin Devamı Durumunda 2023 Projeksiyonu
20 milyonluk Suriye nüfusunun 3,5 milyonluk kısmı
Türkiye’de bulunmaktadır. Gelebilecek ek bir dalganın maksimum boyutu 1 milyon ek göçmen olarak tahmin edilmemektedir. Bu durumda dahi bu sayı Türkiye nüfusunun yaklaşık %5-6 sına tekabül etmektedir.
86
Türkiyedeki Göç Toplam Göç Hareketlerinin Dünya Geneliyle
Mukayesesi
TÜRKİYE’DEKİ GÖÇ
HAREKETLERİNİN DÜNYA
GENELİYLE MUKAYESESİ
% Oran
Mülteciler (mülteci benzeri durumlar dâhil) 2,130
Sığınmacılar (bekleyen davalar) 4,298
Geri dönen mülteciler 0,802
Ülke içinde yerinden olmuş kişiler 0,000
Geri dönen ülke içinde yerinden olmuş kişiler 0,000
Vatansızlar 0,021
Diğerleri 0,063
Toplam oran 1,235
Toplam göçmen sayıları mukayese edildiğinde dünyadaki
mültecilerin %2,13 inin Türkiye’de olduğu bu oranın toplam
sığınmacı bazında %4,29 toplam göçmenlerin arasında ise %1,23
olduğu görülebilir.
Bu rakamlar dünya bazında değerlendirildiği takdirde
Türkiye için aşırı fazlalık göstermektedir.
Dikkat çekici asıl unsur ise geri dönüş oranının %o8 civarı
olmasıdır. Yani Türkiye’ye gelen göçmenler neredeyse dönmemektedir.
87
Göçmenlerin Hukuki Statülerine Göre Mukayese Oranları
(Toplam Hareketlilik 1956-2017)
% Oran
Mülteciler (mülteci benzeri durumlar dâhil) 90,034
Sığınmacılar (bekleyen davalar) 7,820
Geri dönen mülteciler 1,958
Ülke içinde yerinden olmuş kişiler (IDP’ler) 0,000
Geri dönen IDP’ler 0,000
Vatansızların tümü 0,085
Diğerleri 0,103
Toplam kişi 100
Hukuki statüleri açısından bakılacak olunursa %90 mülteci,
yaklaşık %8 sığınmacı profili karşımıza çıkmaktadır. Bu toplam
hareketliliği %2 civarının geri dönen mülteciler olduğu görülebilir.
Göçmenlerin Hukuki Statülerine Göre
Mukayese Oranları (2017)
Genel
Toplam
Toplam İçinde
% Oran
Mülteciler (mülteci benzeri durumlar dâhil) 3.4803.10 91,846
Sığınmacılar (bekleyen davalar) 308.809 8,149
Vatansızlar 117 0,003
Toplam göçmen sayısı 3.789.282 100
88
Her üç tablodan da Türkiye’deki göçmenlerin %90-
91’ininin mülteci statüsünde, %8.14’ünün ise sığınmacı pozisyonunda olduğu tablodan da görülmektedir.
Göçmenlerin Hukuki Statülerine ve Önde Gelen Ülkelere Göre
Mukayese Oranları (2017)
Mülteciler
(mülteci
benzeri
durumlar
dâhil)
Sığınmacılar
(bekleyen
davalar)
Vatansızlar
Toplam
Göçmen
Toplam
Göçmenler
Arasındaki
% Oranı
Afganistan 5.603 157.810 0 163.413 4,3125
İran 8.308 25.615 0 33.923 0,8952
Irak 37.319 115.657 0 152.976 4,0371
Pakistan 56 1.634 0 1.690 0,0446
Filistinli 1.147 647 0 1.794 0,0473
Somali 2.219 2.145 0 4.364 0,1152
Sudan 274 114 0 388 0,0102
Suriye 3.424.237 163 0 3.424.400 90,3707
Genel
Toplam 3.480.310 308.809 117 378.9282 100
89
1956’dan İtibaren Gelen Ortalama Göçler
Mülteciler
(mülteci
benzeri
durumlar
dâhil)
Sığınmacılar
(bekleyen
davalar)
Geri
Dönen
Mülteciler
Vatansızlar Diğerleri Toplam
Göçmen
Toplam
Göçmenler
Arasındaki
% Oranı
Afganistan 1.521 24.658 2 0 0 18.593 2,9622
Bosna ve
Hersek 4.008 313 4.223 0,6728
İran 2.216 6.547 51 0 0 5.703 0,9086
Irak 7.031 22.423 1.089 0 0 20.291 3,2327
Somali 854 625 0 0 0 1.389 0,2214
Suriye 586.521 89 34.888 0 1.854 568.205 90,5262
Diğer 3.988 2.708 2.370 2.046 320 9.265 1,4761
Genel
Toplam 606.139 57.050 38.715 2.046 2.174 627.669 100
1956’dan beri incelenecek olursa Türkiye’nin aldığı göçmenlerin %90,52’si Suriye menşelidir.
90
2011’den İtibaren Gelen Ortalama Göçler
Mülteciler
(mülteci
benzeri
durumlar
dâhil)
Sığınmacılar
(bekleyen
davalar)
Geri
dönen
mülteciler
Vatansızlar
Diğerleri
Toplam
Göçmen
Toplam
Göçmenler
Arasındaki
% Oranı
Afganistan 3.884 62.154 0 0 0 66.038 3,68
İran 4.754 13.277 3 0 0 18.033 1,01
Irak 19.916 55.783 96 0 0 75.795 4,22
Suriye 1.591.965 201 34.888 0 1.854 1.623.395 90,48
Diğer 3.828 5.925 1 1.394 175 11.015 0,61
Genel
Toplam 1.624.346 137.341 34.988 1.394 2.029 1.794.276 100
2011’den beri incelenecek olursa Türkiye’nin aldığı göçmenlerin %90,5’i Suriye menşelidir.
91
1956’dan İtibaren Ülkelere Göre Yıllık En Çok Gelen Göçler
Mülteciler
(mülteci
benzeri
durumlar
dahil)
Sığınmacılar
(bekleyen
davalar)
Geri
Dönen
Mülteciler
Vatan
sızlar
Diğerleri
Toplam
Göçmen
Toplam
Göçmenler
Arasındaki
% Oranı
Afganistan 5.603 157.810 10 0 0 163.413 4,2257
Bosna
ve
Hersek 20.000 1.672 20.000 0,5172
İran 8.308 25.615 380 0 0 33.923 0,8772
Irak 37.319 115.657 17.280 0 0 152.976 3,9558
Sırbistan ve
Kosova 384 1 18.950 19.334 0,5000
Suriye 3.424.237 297 140.756 0 9.270 3.424.400 88,5521
Genel
Toplam 3.532.376 310.866 180.220 3.519 10.670 3.867.103 100
% Oran 91,34 8,04 4,66 0,09 0,28 100
92
Türkiye’deki Suriyeli Göçmenlerin Dağılımı
Kaynak: Göç İdaresi Genel Müdürlüğü,2018
93
Ek Suriyeli Sayısı Tahmini
Mevcut logaritmik trend üstteki hesaplamaları doğrular nitelikte mevcut trendin devamı durumunda 2023 yılında 4,5 milyon civarı Suriyeliyi işaret etmektedir.
Cinsiyet ve Yaş Guruplarına Göre Türkiye’deki Suriyeli Sayısı
Kaynak: Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, 2018
94
Detaylı Ek Yaş Cinsiyet Kırılımları
ERKEK KADIN
TOPLAM 1.963.553 1.655.071
0-4 302.555 282.726
5-14 439.562 408.315
15-44 1.032.428 776.078
45-64 149.513 144.473
65+ 31.646 34.968
Toplam İçinde % Oran
ERKEK KADIN
TOPLAM 54,26 45,74
0-4 8,36 7,81
5-14 12,15 11,28
15-44 28,53 21,45
45-64 4,13 3,99
65+ 0,87 0,97
Erkekler İçindeki Oran
0-4 15,41
5-14 22,39
15-44 52,58
45-64 7,61
65+ 1,61
TOPLAM 100
Toplam İçindeki Erkek
Oranı
0-4 8,36
5-14 12,15
15-44 28,53
45-64 4,13
65+ 0,87
TOPLAM 100
Kaynak: Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, 2018
95
Türkiye’deki Suriyelilerin yaş ve cinsiyet kırılmaları ek
tablolar hâline getirildiğinde; insani şartlar altında kadın, çocuk ve
yaşlıların yoğunlukta olması gerektiği hâlde Türkiye’de bulunan
Suriyeli sığınmacıların %54,26 sının erkek olduğu, bunların ülkesinde vatan savunmasında bulunması gereken 14-44 yaş arasında
olanların erkekler arasında %52,58 toplamda da %28,53’ünün
Türkiye’de sığınmacı pozisyonunda olduğu görülmektedir.
Bu da kamuoyunda çok sık dile getirilen göçmen profilini
bir kez daha gözler önüne sermektedir. Bu vatanı kutsal sayan
Türk toplumunda da haklı bir şekilde infial doğurmaktadır.
Suriyelilerin En Yoğun Olduğu İller
Kaynak: Göç İdaresi Genel Müdürlüğü,2018
96
Başlıca İllere Göre Suriyelilerin
Sayısı ve İl Nüfusuna Oranları
Kaynak: Göç İdaresi Genel Müdürlüğü,2018
Tablodan da anlaşılabileceği üzere özellikle %86,4 ile Kilis, sonrasında Hatay, Şanlıurfa, Bitlis, Çanakkale Ağrı illerinde
nüfusa oran %20’lere kadar çıkmış vaziyettedir. İstanbul, İzmir,
Bursa gibi nüfusu yüksek şehirlerde bile bu oran %3’lere ulaşmış.
Bu şehirlerin bazı bölgelerinde sığınmacı gettoları oluşmuştur. Bir
ilginç istatistik de özellikle sahil beldeleri ve tatil bölgelerine yönelen yoğunluktur.
97
Kaynak: Göç İdaresi Genel Müdürlüğü,2018
98
Barınma Merkezleri ve Barınma Merkezi Dışındaki Suriyeliler
Kaynak: Göç İdaresi Genel Müdürlüğü,2018
Suriyelilerin Geçici Barınma Merkezlerine Göre Dağılımı
Kaynak: Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, 2018
99
Suriyelilerin ancak %3,96’sı geçici barınma merkezlerinde
bulunmaktadır. Geri kalan %96 kentlere dağılmış vaziyettedir. 60
bin kadar Suriyeli sığınmacının da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçtiği ifade edilmektedir.
SONUÇ
Konu nüfus artış oranları açısından incelendiğinde Türkiye
için nüfus artış oranı %o12.8 olarak bilinmektedir. Özellikle Suriye’den son yıllarda gelen göç dalgası açısından Suriye’nin nüfus
artış hızı değerlendirilecek olunursa aynı rapora göre bu rakam
%o19.7’dir. Açıkça görülmektedir ki, savaş ve kargaşalara rağmen
Suriye nüfusu Türkiye’den çok fazla artmaktadır. Üstelik Nüfus
artışı üstel bir fonksiyon olarak hesaplanmaktadır ki, bu da durumun vahametini bir kez daha arttırmaktadır.
Eski trendin devamı durumunda Türkiye için ön görülen
2023 göçmen nüfusu 1 milyon 350 bin kişi civarında olmalıdır.
Oysa Suriyeli sığınmacıların özellikle 2011’den sonraki yoğun
miktarı değerlendirildiğinde 20 milyonluk Suriye nüfusunun 3,5
milyonluk kısmı Türkiye’de bulunmaktadır. Gelebilecek ek bir
dalganın maksimum boyutu ekonometrik ve istatistiki teknikler
yardımıyla 1 milyon ek göçmen olarak tahmin edilmemektedir.
Bu durumda dahi bu sayı Türkiye nüfusunun yaklaşık %5-6’sına
tekabül etmektedir. Bu sayı 2018 sonu itibarıyla %3,6 seviyesindedir.
Toplam göçmen sayıları mukayese edildiğinde dünyadaki
mültecilerin %2,13’ünün Türkiye’de olduğu; bu oranın toplam
sığınmacı bazında %4,29, toplam göçmenlerin arasında ise
%1,23 olduğu görülebilir. Bu rakamlar dünya bazında değerlendirildiği takdirde Türkiye için aşırı fazlalık göstermektedir.
100
Dikkat çekici asıl unsur ise geri dönüş oranının %o8 civarı
olmasıdır. Yani Türkiye’ye gelen göçmenler neredeyse dönmemektedir. Hukuki statüleri açısından bakılacak olunursa %90
mülteci, yaklaşık %8 ise sığınmacı profili karşımıza çıkmaktadır.
Bu toplam hareketliliği %2 civarının geri dönen mülteciler olduğu
görülebilir.
Ekonomik etkiler açısından düşünülecek olunursa Suriyeli
sığınmacıların nüfusu arttırdığı savına karşılık üretim artışı yaşanmadığı malumdur. Aynı şekilde vergi gelirlerin artması da söz
konusu olmayacaktır. Mal ve hizmetlere talep artmış fakat bu
talep artışı beraberinde bir üretim artışı yaşanmadığı için açıkça
enflasyona yansımıştır. Yeni endüstri dallarının doğması mümkün
olmadığı gibi piyasanın genişlemesi yeni yatırım sahaları açmamakta aksine yatırıma dönüşmesi gereken devlet harcamalarında
bir daralma, tüketime yönelik devlet harcamalarında bir artış getirmektedir.
İşçi ücretlerinin ucuzladığı malumdur. Bu da piyasada zaten mevcut olan kayıt dışı istihdamı arttırdığı gibi kayıtsız ve ucuz
iş gücü ne sebebiyet vermekte; özellikle sığınmacı sayılarının
yüksek olduğu bölgelerde işsizliği daha da yüksek oranda arttırmaktadır.
Nüfus artışının askeri savunmada önemi hipotezinin tersinde kendi ülkesinde vatan savunması yerine ülkelerinden kaçan ve
neredeyse yarısından fazlasının askerlik çağında olduğunu bildiğimiz Suriyeli sığınmacıların toplumda infial yaratması bir yana
Türk toplumunun askerliğe ve vatan savunmasına yönelik düşüncelerinde dahi negatif tesirlere sebep olmaktadır.
Zaten kıt kaynaklarla yürüyen eğitim ve sağlık hizmetlerinin maliyetlerinin artması hizmet kalitesinin düşmesi de bir diğer
problem sahası olarak karşımıza çıkmaktadır. Sığınmacılar arasında zaman zaman israfa varan sağlık harcamaları ve sağlık hizmet-
101
lerine katkı payının da bulunmaması yine çok büyük bir maliyet
kalemi olmasının yanında toplumsal infiale de temel oluşturmaktadır.
İnsanların temel ihtiyaçlarının karşılanmasının zorlaşması
bir diğer ekonomik etken olarak değerlendirilebilir. Bu manada
zaten kıt ve çoğu zaman ithal enerji ve gıda maddeleri gurubunda
kıtlıklar artmış bu kıtlıklar da yukarıda da arz edildiği üzere fiyatlar genel seviyesine yansıyarak ek bir enflasyonist baskı yaratmıştır.
Zaten memleketimizin önemli bir sorunu olagelen çevre
kirlenmesi ve çarpık kentleşme de karanlık yüzünü bir kez daha
göstermiştir. Belediye hizmetleri daha da zorlaşmıştır. Suriyelilerin ancak %3,96’sı geçici barınma merkezlerinde bulunmaktadır.
Geri kalan %96 kentlere dağılmış vaziyettedir. Özellikle %86,4
ile Kilis, sonrasında Hatay, Şanlıurfa, Bitlis, Çanakkale Ağrı illerinde nüfusa oran %20’lere kadar çıkmış vaziyettedir. İstanbul,
İzmir, Bursa gibi nüfusu yüksek şehirlerde bile bu oran %3’lere
ulaşmış. Bu şehirlerin bazı bölgelerinde sığınmacı gettoları oluşmuştur. Bir ilginç istatistik de özellikle sahil beldeleri ve tatil bölgelerine yönelen sığınmacı yoğunluğudur.
103
MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ
V. BÖLÜM
TÜRKİYE’YE SIĞINAN
YABANCILARIN
HUKUKİ STATÜSÜ
Dr. Öğretim Üyesi Akif KARACA
104
Dr. Öğretim Üyesi Akif KARACA
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden
2004 yılında mezun oldu. Yüksek lisansını EÜSBE
Özel Hukuk Bölümünde 2007 yılında tamamladı.
Doktora eğitimini İskoçya’da Dundee Üniversitesi,
Enerji Hukuku ve Politikaları Merkezinde (CEPMLP)
“Transit Boruhattı Anlaşmalarının Müzakeresi” konulu
tezi ile 2013 yılında tamamladı. Marmara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi, Milletlerarası Özel Hukuk Ana Bilim
Dalında öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.
105
Türkiye sığınan yabancıların hukuki statüsü iki ana kategori
hâlinde düzenlenmiştir. Bu kategoriler uluslararası koruma statüsü
ve geçici koruma statüsüdür. Uluslararası koruma statüsünün ise
mülteci, şartlı mülteci ve ikincil koruma olmak üzere üç alt türü
vardır. Geçici koruma statüsü ise Suriye iç savaşı neticesi ülkemize kitleler hâlinde gelen Suriyeliler için oluşturulmuş bir statüdür.
Raporun bu kısmında temel sığınmacı sınıflandırmaları açıklandıktan sonra gerek uluslararası koruma statüsü altındaki sığınmacıların gerek geçici koruma statüsü altındaki sığınmacıların hak ve
yükümlülükleri ele alınacaktır.
MÜLTECİLERİN HUKUKİ DURUMUNA DAİR SÖZLEŞME
I ve II. Dünya Savaşlarından sonra vatandaşı oldukları ülkeleri siyasi kanaatleri, dinî inançları veya etnik kökenleri nedeniyle
terk etmek durumunda kalan büyük kitlelerin ortaya çıkması uluslararası camiada mültecilerin hukuki durumunun ele alınmasını
gerektirmiştir. Bu bağlamda, 28 Temmuz 1951 tarihinde Cenevre’de Mültecilerin Hukuki Durumuna dair Sözleşme imzalanmıştır. Türkiye bu sözleşmeyi 1961 yılında onaylamıştır. Sözleşme’de
mülteci, anlaşmanın kişi yönünden uygulanmasını düzenleyen,
md.1/2’de şu şekilde tanımlamıştır:
“Irkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti
veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı
sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen yahut tabiiyeti yoksa
ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle
dönmek istemeyen her şahsa uygulanacaktır.”
106
Sözleşme’deki tanımdan da anlaşıldığı üzere kişiyi mülteci
statüsüne sokan unsur etnik kökeni, dinî veya siyasi düşünceleri
nedeniyle vatandaşı olduğu ülkede veya kişi vatansız ise ikamet
ettiği ülkede zulme uğrayacak olmasıdır. Bu bağlamda mülteci,
vatandaşı olduğu ülkeyi siyasi olaylar nedeniyle kendi iradesi
sonucu veya zorla terk eden kişidir. Mülteci, vatandaşı olduğu
devlet dâhil herhangi bir devletin diplomatik korumasından faydalanamamaktadır. Sözleşme’nin 3. maddesi uyarınca mülteciler
arasında etnik köken, din ve geldikleri ülke bakımından ayrım
yapılmadan sözleşme kapsamındaki haklardan faydalanacaklardır.
Sözleşme md. 27 uyarınca prensip olarak mülteciye yabancı ile
aynı haklar tanınmakta, bazı hâllerde vatandaşla eşit haklar tanınmaktadır.
Türkiye Sözleşme’nin uygulama alanı bakımından, 1 Ocak
1951’den önce meydana gelen olayları sadece Avrupa’da meydana gelen olaylar şeklinde anladığını belirterek, çekince koymuştur. Türkiye sözleşme kapsamındaki hakları sadece Avrupa’dan
gelenlere uygulamaktadır. Bunda mülteci statüsündekilere tanınacak hakların niteliği ve içeriği etkili olmaktadır.
ULUSLARARASI KORUMA STATÜSÜ: MÜLTECİ, ŞARTLI
MÜLTECİ, İKİNCİL KORUMA
Coğrafyaya dayalı ayrım Yabancılar ve Uluslararası Koruma
Kanunu (YUKK) düzenlemelerinde de muhafaza edilmiştir. Uluslararası koruma statüsü, mülteci, şartlı mülteci ve ikincil koruma
olmak üzere üç türe ayrılmıştır. Kanun mülteci tanımına yer verdiği md. 61’de yukarıdaki Sözleşme’de yer alan tanımı “Avrupa’da meydana gelen olaylar nedeniyle” şartını madde başına
yerleştirerek aynen iktibas etmiştir. YUKK’nin 62. maddesinde ise
Avrupa dışında meydana gelen aynı nitelikteki olaylar nedeniyle
Türkiye’ye sığınan kimselere şartlı mülteci statüsünün verileceği
107
belirtilmiştir. Bu ayrımda yukarıda belirtildiği üzere iki gruba
tanınacak hakların niteliği ve içeriği etkili olmaktadır.
YUKK md. 89/4 uyarınca mülteci statüsü sahibi kişi ikamet
izninden muaf tutulmuştur. Ayrıca, statü almasından itibaren çalışma iznine sahiptir. Mültecilere verilecek uluslararası koruma
statüsü kimlik belgesi ikamet ve çalışma izni yerine de geçer
(YUKK md. 76/4, 83/3, 89/4). Bu kimlik belgesi ile bağımlı veya
bağımsız çalışabilirler. Yabancılara yasaklanmış iş ve mesleklerde
çalışamazlar. Mültecilerin çalışma hakları, iş piyasasındaki durum,
sektörel ve ekonomik şartlar değerlendirilerek belirli bir sektör
veya coğrafi alan bakımından sınırlandırılabilir. Bununla birlikte,
YUKK md. 89/4 uyarınca Türkiye’de 3 yıldır ikamet eden veya
Türk vatandaşıyla evli olan veya Türk vatandaşı çocuğu olanlar
bakımından bu sınırlama uygulanmaz. Mültecilik için başvuruda
bulunmuş ancak henüz başvurusu kabul edilmemiş olanlar, başvurularından 6 ay geçtikten sonra çalışma iznine başvurabilirler.
Bunlara istisnai çalışma izni verilebilecektir.
Şartlı mülteci statüsünde olanlar (Avrupa dışından gelenler), mültecilerden farklı olarak prensip olarak güvenli üçüncü
ülkeye4F
5
yerleştirilmek amacıyla kabul edilirler. Bu gerçekleşene
kadar kendilerine uluslararası koruma kimlik belgesi verilir. Şartlı
mülteciler de ikamet izninden muaf tutulmuşlardır. Kimlik belgeleri ikamet izni yerine geçmektedir. Bununla birlikte, YUKK md.
89/4 uyarınca mültecilerden farklı olarak çalışabilmeleri için çalışma izni almaları gerekmektedir. Bunlara istisnai çalışma izni
verilmektedir, ancak aranan bazı şartlar şartlı mültecilerde aran-
5
Güvenli üçüncü ülke: Kişilerin hayat ve hürriyetinin kimlik özellikleri nedeniyle
tehdit altında olmadığı; kişilerin işkenceye, insanlık dışı veya onur kırıcı ceza veya
muameleye tabi olacağı ülkeye geri gönderilmemesi ilkesinin uygulanıyor olduğu;
kişinin mülteci statüsü talep etme hakkının olduğu ve Sözleşme’ye uygun koruma
sağlayan ülke güvenli üçüncü ülke olarak nitelendirilir (YUKK m. 74).
108
maz. Bunlara verilen çalışma izni Türkiye’de mutlak kalış hakkı
sağlamaz. Ayrıca, il, sektör, meslek bazında sınırlandırılabilir.
Uluslararası koruma türlerinden üçüncüsü olan “ikincil koruma” ise YUKK md. 63’te düzenlenmiştir. İkincil koruma statüsü
mülteci ve şartlı mülteci kavramlarından bütünüyle ayrıdır. Mülteci ve şartlı mülteci statüleri kapsamında değerlendirilemeyen
ancak vatandaşı olduğu veya vatansız ise ikamet ettiği ülkeye
gönderilmesi hâlinde ölüm cezasına mahkûm edilecek veya cezası infaz edilecek kişilere; ülkesine gönderilmesi hâlinde işkenceye, insanlık dışı ceza veya muameleye maruz kalacak veya ülkesinde yaşanan silahlı çatışma hâlleri nedeniyle şahsına yönelecek
ciddi tehditle karşılaşacak olan ve ülkesinin korumasından yararlanamayan veya yararlanmak istemeyen kişilere ikincil koruma
statüsü verilebilecektir.
İkincil koruma statüsü verilebilmesi için öncelikle kişinin
mülteci ve şartlı mülteci tanımına girmemesi gerekir. İkincil korumada mültecilerde aranan haklı nedenlere dayalı zulüm korkusu aranmamakta, insan hakları sözleşmeleri ile korunan yaşam
hakkı ve işkence yasağının ihlali dikkate alınmaktadır. Ayrıca,
sığınma sebebinin kimlik özellikleri ile ilgili olması aranmamaktadır. Bu yönüyle daha kapsayıcı niteliktedir. Bunlara verilen kimlik belgesi de YUKK md. 76/4 ve 83/3 uyarınca ikamet izni yerine
geçer. Ayrıca, YUKK md. 89/4 uyarınca kimlik belgesi çalışma
izni yerine de geçmektedir. Bu statü daha ziyade siyasi veya adi
suçlar nedeniyle kendi ülkesinde ölüm cezasına çarptırılmış olan
veya çarptırılacak olan yabancılara verilmektedir. İran’da uygulanan recm cezası nedeniyle Türkiye’ye sığınan yabancılar bu statü
kapsamına alınmaktadır. Çeşitli ülkelerin siyasi muhalefet liderlerine de bu statü verilebilmektedir.
Uluslararası koruma statüsü sahibi veya başvurucusu kişiler
YUKK md. 89 uyarınca, ilk ve ortaöğrenim hizmetlerinden ücret-
109
siz faydalanırlar. Yardıma ihtiyacı olanlara sosyal yardım hizmeti
sağlanır. Sağlık güvencesi olmayan ve ödeme gücü bulunmayanlara Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu hükümleri
uygulanır. Genel sağlık sigortasından primlerini ödemek şartıyla
faydalanabilirler.
Uluslararası koruma altındakiler YUKK md. 90 uyarınca,
çalışma durumlarına ait güncel bilgileri, gelirlerini ve varsa taşınır
ve taşınmaz mal varlıklarını 30 gün içinde bildirmekle yükümlüdürler. Adres, kimlik ve medeni hâl değişikliklerini de 20 iş günü
içinde bildirmelidirler. Sağlanan hizmet, yardım ve imkânlardan
haksız faydalandıkları ortaya çıkarsa bedellerini ödemekle yükümlüdürler.
GEÇİCİ KORUMA STATÜSÜ: SURİYELİLER
Geçici koruma statüsü yukarıda tanımlanan uluslararası korumanın üç türünden de bütünüyle farklıdır. Geçici koruma statüsü 2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaş neticesinde kitlesel
olarak Türkiye’ye sığınan Suriye vatandaşları için oluşturulmuş bir
statüdür. Geçici koruma statüsü YUKK md. 91’de “Ülkesinden
ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve
geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen
veya sınırlarımızı geçen yabancılara geçici koruma sağlanabilir.”
denilerek tanımlanmıştır. Geçici koruma Bakanlar Kurulu (BK)
tarafından kitleler hâlinde ülkemize gelenlere topluca verilen bir
statüdür. Geçici koruma statüsünün uygulanmasının usül ve esasları, bu kişilerin Türkiye’ye kabul edilişinde yapılacak işlemler,
Türkiye’de nasıl ve nerede kalacakları, Türkiye’de bulundukları
sıradaki hak ve yükümlülükleri ve Türkiye’den nasıl çıkacakları
Geçici Koruma Yönetmeliği’nde (GKY) düzenlenmiştir. Geçici
koruma statüsünün kaldırılması da GKY md. 9 ve 10 uyarınca
ancak Bakanlar Kurulu kararıyla mümkün olabilir. Ülke genelinde
110
veya belirli bir coğrafyada uygulanıp uygulanmayacağına da BK
karar verir.
Geçici koruma statüsündekilere geçici koruma kimlik belgesi verilir. GKY md. 25 uyarınca, bu belge sadece kalış hakkı
sağlar. İkamet izni yerine geçmez. Bu belge sahibine vatandaşlığa
başvuru hakkı da tanımaz. Geçici koruma altındakilerin GKY md.
29 uyarınca, ayrıca çalışma izni almaları gerekir. Aldıkları çalışma
izni ikamet izni yerine geçmez. İkamet izninin verilmek istenmemesinin sebebi, belirli süre ikamet etmeye dayanarak vatandaşlık
başvurusuna hak kazanmalarının engellenmek istenmesidir.
Geçici koruma kitlesel akın hâlinde, belirli süreyle sınırlı ve
acil koruma sağlanmasını amaçlamaktadır. Bu yönüyle ikincil
korumadan farklıdır. İkincil koruma verilebilen hâllerden biri ülke
genelinde yaygın ve ayrım gözetmeyen şiddet hareketlerine maruz kalma nedeniyle verilebilmektedir. Ancak bireysel olarak
sağlanan bir statüdür.
Geçici koruma statüsü altındakiler için geri gönderme yasağı mevcuttur. Bu kişilerin işkence veya insanlık dışı ceza veya
muamele görecekleri veya etnik, siyasi, dinî sebeplerle hayatlarının ve hürriyetlerinin tehdit altında olacağı yere gönderilemeyeceği belirtilmiştir. Bununla birlikte, GKY md. 42-44 uyarınca bu
şahıslar gönüllü olarak ülkelerine dönmek veya üçüncü ülkeye
gitmek isterlerse kendilerine kamu kurum ve kuruluşları, sivil
toplum kuruluşları ve uluslararası kuruluşlarla iş birliği içerisinde
destek sağlanacaktır. Ülkemizde bulunan Suriyeliler, BK kararıyla
geçici koruma statüsünün kaldırılması ya da kendi rızalarıyla ülkelerine dönmek istemeleri haricinde kesinlikle geldikleri ülkeye
gönderilemezler. Geçici koruma statüsünün bireysel olarak ortadan kalkabileceği bir diğer hâl GKY md. 12 uyarınca bunların
üçüncü bir ülkenin koruması altına girmeleri, o ülkeye sığınmalarıdır.
111
Belirli fiilleri işleyenler geçici koruma statüsünden faydalanamayacaklardır. Bu kişiler GKY md. 8 uyarınca savaş suçları
veya insanlığa karşı suç işlemiş olanlar, terörist eylemlerde bulunmuş olanlar, ülkesinde silahlı çatışmaya katılanlardan bunu
kalıcı şekilde terk etmeyenler ve siyasi suç dışında ülkesinde ağır
bir suç işlemiş veya bu tür suçtan mahkûm olmuş olanlardır.
Geçici koruma statüsü sahipleri açısından vurgulanması gereken önemli bir husus Türkiye ile AB arasında imzalanan Geri
Kabul Antlaşması’dır. Bu antlaşmaya göre, AB ülkelerine Türkiye
üzerinden giden kaçak göçmenleri Türkiye Avrupa’nın sınır dışı
etmesi sonucu kabul etmekle yükümlüdür. AB ülkeleri bunun
karşılığında Türkiye’nin kabul ettiği kaçak göçmen sayısı kadar
Türkiye’de bulunan geçici koruma sahibi Suriyeli’ye sığınma hakkı tanımak yükümlülüğü altındadırlar. Ancak, kabul edecekleri
sığınmacıları kendileri seçmektedirler.
Faydalandıkları Haklar: Çalışma, Eğitim, Sağlık
Öncelikle belirtmek gerekir ki geçici koruma statüsü altındakiler de temelde yabancı statüsündedirler. Kendilerine özel
olarak tanınan haklar dışında tabi oldukları hukuki rejim yabancıların tabi olduğu rejimdir. Bu çerçevede, yabancılara tanınan
bütün diğer haklardan da faydalanırlar. Bu kısımda geçici koruma
statüsündekilere tanınan özel haklar genel hatlarıyla açıklanmaktadır.
Geçici koruma statüsündekiler kayıt tarihlerinden (kimlik
belgelerinin düzenlenmesinden) itibaren 6 ay geçtikten sonra
çalışma izni için işveren tarafından başvuruda bulunulmak şartıyla
çalışabilirler. Uluslararası İşgücü Kanunu md. 16 uyarınca bu
şahıslara Kanun’daki bazı şartlara tabi olmadan istisnai nitelikte
çalışma izni verilebilecektir. Bunlar tüm çalışma türlerine başvu-
112
ruda bulunabilirler Bunlara verilen çalışma izni GKY md. 29 uyarınca ikamet izni yerine geçmeyecektir.
Sağlık mesleklerinde çalışanların Sağlık Bakanlığından, eğitim mesleklerinde çalışanların MEB veya YÖK’ten ayrıca ön izin
almaları gereklidir. Çalışma izni verilebilecek iller sınırlandırılabilecektir. Geçici Koruma Altına Alınanların Çalışma İzinleri Hakkında Yönetmelik (GKÇİY) uyarınca, bir iş yerinde çalıştırılabilecek geçici koruma statüsü sahibi kişi açısından sayı sınırlaması
getirilmiştir. O iş yerinde çalıştırılan Türk vatandaşı işçi sayısının
en fazla %10’u kadar geçici koruma statüsüne sahip kişi çalıştırılabilir.
Çalışan sayısı ondan az olan iş yerlerinde en fazla bir kişi
çalıştırılabilir. Geçici koruma statüsüne sahip şahıslara asgari ücretin altında ücret ödenemeyeceği de hüküm altına alınmıştır. Yabancıların çalışamayacağı mesleklere ilişkin sınırlamalar geçici
koruma statüsü altındakiler için de geçerlidir. Bunlara verilen
çalışma izni coğrafi bakımdan, kalmalarına izin verilen illerle
sınırlandırılmıştır.
Mevsimlik tarım ve hayvancılık işlerinde çalışmak için çalışma izni başvurusuna gerek yoktur. Bu tür işlerde çalışacaklar
sadece bulundukları il valiliklerinden çalışma izni muafiyet belgesi alırlar. Mevsimlik tarım ve hayvancılık işlerinde çalışanlar için
istihdam kotası olmamakla birlikte getirilebilecektir.
GKÇİY uyarınca geçici koruma sağlananlar kamu yararına
çalışan derneklerde de çalışabilirler. Bununla birlikte bu statüye
sahip olmayan dernekler, yabancı dernekler ve merkezi yurt dışında bulunan bunların dışındaki kâr amacı gütmeyen kuruluşların Türkiye’deki şube ve temsilciliklerinde çalışabilmeleri için bu
dernek ve kuruluşlar hakkında İçişleri Bakanlığının uygun bulma
görüşünün alınması gerekir.
113
Eğitim hizmetleri bakımından gerek barınma merkezlerinde
gerekse bu merkezlerin dışında okul öncesi eğitim ile ilk ve ortaöğretimden faydalanabilirler. GKY md. 28’de üniversite eğitimleri
ile ilgili esasların YÖK tarafından belirleneceği belirtilmiştir. Bu
kapsamda YÖK tarafından yapılan düzenleme ile Suriye’de üniversiteye başlamış olmak şartıyla, yatay geçiş şartlarını taşımaları
halinde yabancı öğrencilere tanınan kontenjan kapsamında ilgili
Yönetmelik uyarınca Türkiye’deki üniversitelere sınavla veya not
ortalamasına dayalı olarak yatay geçiş yapabilmektedirler. Bu
şartı sağlayamayanlara Türkiye’deki sekiz üniversiteye özel öğrenci statüsünde sınavsız girme hakkı tanınmıştır.
Bu üniversiteler: Çukurova, Gaziantep, Kahramanmaraş
Sütçü İmam, Kilis 7 Aralık, Harran, Mersin, Mustafa Kemal ve
Osmaniye Korkut Ata Üniversiteleridir. Bununla birlikte, bu üniversitelerden sadece özel öğrenci olarak ders alabilmekte, sadece
almış oldukları derslerin sınavlarını geçerlerse bu dersleri görmüş
kabul edilmektedirler.
Ancak resmî olarak üniversiteye kaydolmamakta, öğrenciliğin sağladığı haklardan faydalanamamaktadırlar (RG 21.09.2013-
28772, 9 Ekim 2013 tarihli YÖK Yürütme Kurulu Toplantısı; YÖK
Basın Açıklaması, 9.01.2015). Bunun haricindeki her durumda
yabancı öğrenci sınavına girerek üniversite eğitimi almaktadırlar.
Önemli bir diğer husus ise GKY md. 28’de belirtildiği üzere her
yaş grubuna yönelik talebe bağlı olarak dil eğitimi ve meslek
edindirme kursları düzenlenebilecektir.
Geçici koruma statüsüne sahip olanlar GKY md. 27 uyarınca temel ve acil sağlık hizmetleri ile bunların kapsamındaki tedavi
ve ilaçlardan ücretsiz faydalanma hakkına sahiptirler. Bu şahıslara
ücretsiz sağlık hizmeti sunulmaktadır. Bu masraflar Göç İdaresi
Genel Müdürlüğü tarafından karşılanmaktadır.
114
Vatandaşlık Meselesi
Geçici koruma statüsüne veya yukarıda belirtilen uluslararası koruma statüsünün alt türlerinden birine sahip olmak o kişiye
vatandaşlık bakımından bir hak tanımaz. Bu kişiler de diğer yabancıların tabi oldukları, Türk Vatandaşlığı Kanunu’nda (TVK)
esasları belirtilen koşullarda vatandaş olabilirler. Geçici koruma
statüsü altındakiler için avantaj sağlayabilecek yegâne yol TVK
md. 12’de düzenlenen istisnai vatandaşlık kazanma yoludur. Bu
madde millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel olacak
bir hali olmamak şartıyla belirli yabancıların diğer vatandaşlığa
alınma türlerindeki şartlar aranmaksızın ve sınırlamalar olmaksızın, Bakanlar Kurulunun takdiri ile vatandaş olabilmeleri imkânını
sağlamaktadır. Bunlar, Türkiye’ye sanayi yatırımı yapan kişiler ile
bilimsel, ekonomik, sportif, kültürel, sanatsal, sosyal alanlarda
olağanüstü hizmeti geçen veya geçebilecek kişiler ve turkuaz kart
sahibi kişilerdir. Bunun yanı sıra, maddede “vatandaşlığa alınması
zaruri görülen kişiler” şeklinde bir bent vardır. Bu maddeye dayanarak geçici koruma statüsü altındaki Suriyelilere bireysel vatandaşlık verilebilmekle birlikte, topluca vatandaşlığa alınmaları
mümkün değildir.
İstisnai yolla vatandaşlık almayı düzenleyen TVK md.
12’nin YUKK md. 31.j’ye yaptığı yollama ile belirli tutarda yatırım
yapacaklarla, eşlerine ve kendisinin veya eşinin ergin olmayan
çocuklarına da istisnai vatandaşlık verilebilmektedir. Bu şartı yerine getiren geçici koruma altındaki Suriyeliler de bu haktan bireysel olarak faydalanabilir. Buna ilişkin asgari tutarlar TVK Uygulama Yönetmeliği md. 20’de şu şekilde belirlenmiştir:
– 500.000 dolar değerinde sabit sermaye yatırımı
– 500.000 dolar değerinde mevduatı bankada üç yıl boyunca tutma
115
– 500.000 dolar değerinde devlet tahvilini üç yıl tutma şartıyla alma veya
– 250.000 dolar değerinde taşınmaz alma ve üç yıl boyunca
satmama şartını tapu kaydına şerh etme
– 500.000 dolar değerinde gayrimenkul yatırım fonu veya
girişim sermayesi yatırım fonu katılma payı
Yükümlülükleri
Geçici koruma statüsü sahipleri için GKY md. 33 uyarınca
geçici barınma merkezlerinde veya belirli bir yerde, il bazında,
ikamet şartı getirilebilir. Bununla birlikte, böyle bir ikamet zorunluluğu uygulanmamaktadır.
Bu şahıslar diledikleri illerde yaşayabilmektedirler. Bu şahıslar çalışma durumlarına, gelir ve taşınmazlarına, adres, medeni
hâl, ailelerindeki doğum ve ölüm gibi olgulara dair bilgileri belirli
sürelerde bildirmekle yükümlüdürler. Bunların dışındaki yükümlülükler açısından bütünüyle Türkiye’de yaşayan diğer yabancıların tabi oldukları yükümlülüklere tabidirler.
SINIR DIŞI ETME
Geri Göndermeme İlkesi
Geri göndermeme ilkesi YUKK md. 4’te düzenlenmiştir.
Kanunun uygulanması bakımından gerek yalın yabancılar gerekse
uluslararası koruma statüsü veya geçici koruma statüsü başvurucuları ve sahipleri bakımından genel ve temel nitelikli bir prensiptir.
Bu şahısların tamamı geri göndermeme ilkesinin kapsamındadırlar. Bu hüküm uyarınca, uluslararası veya geçici koruma statüsü
başvurucuları veya sahipleri, işkenceye, insanlık dışı veya onur
kırıcı ceza ya da muameleye uğrayacakları bir ülkeye gönderilemezler.
116
Ayrıca, bu şahıslar, kimlik özellikleri nedeniyle hayatlarının
veya özgürlüklerinin tehdit altında bulunacağı ülkeye de gönderilemezler. Bir şahsın Türkiye’nin millî güvenlik ve kamu düzenini
bozması şahsın hayati tehlikeye maruz kalacağı bir ülkeye gönderilmesini haklı kılmaz. Devletlerin ülkeleri üzerindeki egemenlik
hakkı, kişilerin yaşam hakkını tehlikeye sokma hakkını devletlere
vermemektedir.
Bu çerçevede, geri göndermeme ilkesi devreye girmektedir.
Geri göndermeme ilkesi Mültecilere Dair Sözleşme md. 33’te
doğrudan, işkence yasağını öngören AİHS md. 3 vb. sözleşmelerde de dolaylı olarak düzenlenmiştir.
YUKK’nin başka düzenlemelerinde de geri göndermeme ilkesinin yansımalarına rastlanılmaktadır. Bunlardan başlıcası sınır
dışı edilemeyecek kişileri düzenleyen 55. maddedir. Bu madde
uyarınca, sınır dışı edilecekleri ülkede ölüm cezasına, işkenceye,
insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya cezaya uğrayacağı
noktasında ciddi emare bulunan şahıslar sınır dışı edilemeyecektir. Uluslararası koruma başvurucusu veya sahiplerinin sınır dışı
edilmelerini düzenleyen md. 54.2 kapsamındaki son derece ciddi
sebepler hâlinde dahi şahıs geri gönderme yasağının kapsamındadır.
Geri göndermeme ilkesi, GKY’nin genel ilkeler başlıklı 2.
Bölümünün 6. maddesinde de aynı mahiyette düzenlenmiştir.
GKY md. 6.2’de geçici koruma statüsüne sahip Suriyelilerin ilgili
düzenlemelere göre Türkiye’den gönderilmelerinin gerekmesi
durumunda, geri göndermeme ilkesinin kapsamına girmeleri hâlinde, haklarında idari tedbirler alınabileceği düzenlenmiştir.
Geçici koruma statüsü, devletlere geri göndermeme ilkesi kapsamında sığınan kişilere sağlanan bir statüdür. Bu doğrultuda, geri
göndermeme ilkesi geçici korumanın da temelini oluşturmaktadır.
117
Uluslararası Koruma Altındakilerin (Mülteci, Şartlı Mülteci, İkincil Koruma) Sınır dışı Edilmesi
YUKK md. 54.2’de uluslararası koruma statüsü sahibi veya
başvurucusu kişinin bu fıkradaki sebeplerden birinin kapsamına
girmesi hâlinde sınır dışı edilebileceği düzenlenmiştir. Bununla
birlikte, bu sebepleri değerlendirmeden önce vurgulamamız gereken bir husus YUKK md. 2.2 ve Anayasa m. 90 hükümleri nedeniyle uluslararası antlaşmaların öncelikle uygulanacağıdır. Türkiye’nin de taraf olduğu Cenevre Sözleşmesi md. 32’de taraf devletlerin ülkelerinde yasal olarak bulunan mülteciyi ancak kamu düzeni ve ulusal güvenlikle ilgili sınır dışı sebeplerine dayanarak
sınır dışı edebileceği belirtilmiştir. Bu düzenleme doğrultusunda
belirtmek gerekir ki, Türkiye’de mülteci statüsüne sahip olanlar
ancak, ulusal güvenlik ve kamu düzeni gerekçeleriyle sınır dışı
edilebilecektir. Bunun doğal sonucu olarak YUKK md. 54.2’de
belirtilen nedenler sadece şartlı mülteciler ve ikincil koruma sahipleri için uygulanabilecektir. Bununla birlikte, aşağıda ele aldığımız bu sebepler incelendiğinde, bunların da yorum yoluyla
kamu düzeni ve güvenliği sebeplerinin kapsamına sokulabileceği
ileri sürülebilir.
YUKK md. 54.2 düzenlemesi uyarınca, md. 54.1’in b, d ve
k bentleri kapsamında olan uluslararası koruma statüsü başvurucusunun veya sahibinin sınır dışı edilebileceği düzenlenmiştir.
Bunlar sırasıyla, terör örgütü veya çıkar amaçlı suç örgütü yöneticisi, üyesi veya destekleyicisi olanlar; ülkede bulunmaları kamu
düzeni, kamu güvenliği veya sağlığı açısından tehdit olarak görülenler ve uluslararası kurum ve kuruluşlar tarafından tanımlanan
terör örgütleriyle ilişkili olduğu kabul edilenlerdir.
YUKK md. 54.2’de, bu fıkrada belirtilen nedenlerin kapsamına girenlerin uluslararası koruma işlemlerinin her aşamasında
sınır dışı edilebileceği belirtilmiştir. Bu düzenleme doğrultusunda
118
yabancı şahıs ister uluslararası koruma başvurusu sahibi olsun
ister uluslararası koruma statüsünü elde etmiş olsun fıkrada belirtilen nedenlerin kapsamına giriyorsa sınır dışı edilebilecektir.
Geçici Koruma Altındakilerin (Suriyeliler) Sınır Dışı Edilmesi
Gerek YUKK gerekse GKY hükümlerinde geçici koruma
statüsü altındakilerin sınır dışı edilmesine dair bir düzenleme
yoktur. Geçici koruma statüsü BK tarafından topluca verilen bir
statüdür ve kaldırılması da kural olarak BK kararıyla topluca yapılacaktır. Geçici koruma altındakilerin ülkeyi terk etmeleri konusundaki prensip GKY md. 12 uyarınca kendilerinin gönüllü geri
dönüş yapmalarıdır. Üçüncü bir ülkenin korumasından faydalanmaları veya üçüncü bir ülke tarafından insani nedenlerle veya
yeniden yerleştirme kapsamında kabul edilmeleri veya kendilerinin üçüncü ülkeye çıkış yapması da geçici koruma statüsünün
bireysel sona erme sebepleridir.
Bununla birlikte, GKY md. 8/1’de bireysel açıdan geçici
koruma statüsü verilemeyecekler ile verilmiş olsa dahi iptal edilecek olan şahıslar düzenlenmiştir. GKY md. 8/1 dikkatle incelendiğinde belirli nedenlerin sınır dışı etme sebeplerine çok yakın veya
aynı nitelikte olduğu görülmektedir. Bunlardan birincisi, fıkranın
d bendinde yer alan terör eylemlerinde bulunduğu, planladığı
veya bu tür eylemlere iştirak ettiği tespit edilenlerdir. Bu nitelikteki sebeplerden bir diğeri ve bendinde yer alan ciddi bir suçtan
mahkûm olarak topluma karşı tehdit oluşturabileceği değerlendirilenler ile kamu düzeni veya güvenliği açısından tehdit oluşturanlardır. Bu kişilerin statüsü Göç İdaresi Genel Müdürlüğü veya
valiliklerce iptal edilecektir. GKY md. 8’de ve md. 14’te bunların
ülkeden çıkış yapmalarının esas olduğundan bahsedilmiş ancak
bunun yöntemi ve usulü düzenlenmemiştir.
119
GKY md. 8’deki sebepler incelendiğinde bu sebeplerin
uluslararası koruma statüsü başvurucuları ve sahiplerinin sınırlı
sayıdaki sınır dışı edilme sebeplerini düzenleyen, md. 54/1 b, d
ve k bentlerine atıf yoluyla oluşturulan, md. 54.2’deki sebeplerle
aynılık gösterdiği görülmektedir.
Bu nedenle, bu sebeplerin kapsamına giren geçici koruma
statüsü altındaki bireyler, bu madde uyarınca, statüleri iptal edildikten sonra yalın yabancı statüsüne girecek olmaları nedeniyle,
yalın yabancıların sınır dışı edilmesi sebeplerini düzenleyen 54.
maddenin 1. fıkrasının b bendi uyarınca terör örgütü yöneticisi,
üyesi veya destekleyicisi olmak nedeniyle veya d bendi uyarınca
kamu düzeni veya güvenliği için tehdit oluşturdukları gerekçesiyle sınır dışı edilebilirler.
Geçici koruma statüsü altındakilerin bu statüye sahipken
sınır dışı edilememeleri kanundaki bir boşluktan kaynaklanmaktadır. Daha geniş bir koruma statüsü sağlayan uluslararası koruma
statüsü altındaki şahıslar sınır dışı edilebilirken daha dar kapsamlı
bir koruma statüsü sağlayan geçici koruma statüsü altındaki şahısların da sınır dışı edilebilmesi gerekir.
Öte yandan, geçici koruma statüsü sahiplerinin içinden
geldikleri ortam, iç savaş şartları, bu statünün tanınmasının arkasındaki siyasi ve sosyal nedenler dikkate alındığında, uluslararası
koruma statü sahiplerine göre sınır dışı etme sebeplerinin kapsamına girme ihtimalleri daha yüksektir.
Bu nedenle, Anayasa md. 16’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin milletlerarası hukuka uygun olarak ancak kanunla
sınırlandırılabileceği hükmü de gözetilmek suretiyle, md. 54.2’ye
uluslararası koruma başvurusu sahibi kişiler ile uluslararası koruma statüsü sahibi kişiler ifadelerinden sonra “geçici koruma başvurusu veya statüsü sahibi kişiler” ifadesinin eklenmesi yoluyla
bunların da doğrudan sınır dışı edilebilmesinin sağlanması gere-
120
kir. Geçici korunanlar da uluslararası koruma sahipleri gibi md.
54/2’de yer alan sınırlı sayıdaki sebeplere dayanarak sınır dışı
edilebilmelidir.
SONUÇ
Türkiye’ye sığınan yabancılar, hukuki sınıflandırma açısından uluslararası koruma statüsü ve geçici koruma statüsü olmak
üzere iki ana gruba ayrılmıştır. Uluslararası koruma statüsünün
kendi içinde mülteci, şartlı mülteci ve ikincil koruma olmak üzere
üç alt türü vardır. Geçici koruma statüsü ise Suriyeliler için oluşturulmuştur. Sahip oldukları haklar bakımından mülteci ve ikincil
koruma sahipleri bu statülere sahip olmalarından dolayı kendiliğinden ikamet ve çalışma hakkına sahiptir. Şartlı mülteciler ise
ikamet iznine sahip olmakla birlikte çalışma izni için ayrıca başvuruda bulunmalıdırlar. Şartlı mülteciler, güvenli üçüncü ülkeye
gönderilmek üzere Türkiye’ye geçici olarak kabul edilirler.
Geçici koruma statüsü sahibi olan Suriyelilere verilen kimlik belgesi ikamet izni yerine geçmemektedir. Sadece onlara Türkiye’de kalış hakkı sağlar. Bunun sebebinin, ikamet iznine dayalı
olarak vatandaşlık kazanmalarının önüne geçilmek istenmesi
olduğu düşünülmektedir. Geçici koruma sahipleri, çalışma izni
alınması yoluyla çalışma hakkına sahiptirler. Bununla birlikte,
çalıştıkları iş yerlerindeki çalışan sayısı bakımından kota uygulanmakta, toplam işçi sayısının onda birini aşamamaktadırlar.
Mevsimlik tarım işçileri için böyle bir sınırlama yoktur. Temel
sağlık hizmetlerinden ücretsiz faydalanabilmektedir. Aynı zamanda ilk ve ortaöğretimden de ücretsiz faydalanmaktadırlar. Türkiye’ye gelmeden önce Suriye’de üniversite okumakta olanların
Türkiye’deki üniversitelere yatay geçiş yaparak üniversite eğitiminden faydalanmaları sağlanmıştır. Türkiye’de ilk defa üniversite
eğitimine başlayacaklar ise diğer yabancılar gibi yabancı öğrenci
121
sınavına girerek üniversite eğitimi alabilmektedirler. Ayrıca, yukarıda belirtilen sekiz üniversitede özel öğrenci statüsünde ders
alabilmektedirler. Vatandaşlık bakımından, Suriyelilerin geçici
koruma statüsü sahibi olmaları onlara vatandaşlığa geçme hakkı
tanımaz. Vatandaşlığa ancak yukarıda ayrıntılı açıkladığımız üzere
Türk Vatandaşlığı Kanunu’nda yer alan istisnai yoldan vatandaşlık
kazanma hükümlerine göre geçebilirler.
Sınır dışı etme bakımından, geri göndermeme ilkesi kapsamında uluslararası koruma ve geçici koruma statüsü sahipleri
ölüm cezasına çarptırılacakları veya kimlik özellikleri nedeniyle
zulme uğrayacakları ülkelere gönderilemezler. Sadece yukarıda
açıkladığımız güvenli üçüncü ülke niteliğindeki ülkelere sınır dışı
edilebilirler. Uluslararası koruma statüsü sahipleri (mülteciler,
şartlı mülteciler, ikincil koruma sahipleri) sınırlı sayıda sebeple
sınır dışı edilebilirler. Bu sebepler, terör örgütü veya çıkar amaçlı
suç örgütü yöneticisi, üyesi veya destekleyicisi olmaları; ülkede
bulunmalarının kamu düzeni, kamu güvenliği veya sağlığı açısından tehdit olarak görülmesi ve uluslararası kurum ve kuruluşlar
tarafından tanımlanan terör örgütleriyle ilişkili olmalarıdır. Geçici
koruma statüsü sahibi Suriyeliler şu anki hukuki düzenlemeler
kapsamında öncelikle mevzuatta belirlenen sebeplerden dolayı
statülerinin iptal edilmesinden sonra sınır dışı edilebilmektedirler.
Bu sebepler, terör eylemlerinde bulunduklarının, planladıklarının
veya bu tür eylemlere iştirak ettiklerinin tespit edilmesi; ciddi bir
suçtan mahkûm olarak topluma karşı tehdit oluşturabileceklerinin
değerlendirilmesi ile kamu düzeni veya güvenliği açısından tehdit
oluşturmalarıdır. Saydığımız bu sebepler, uluslararası koruma
sahiplerinin doğrudan sınır dışı edilmelerini sağlayan sebeplerle
aynılık göstermektedir. Bu nedenle, daha dar bir koruma olan
geçici koruma sahiplerinin de doğrudan sınır dışı edilebilmelerini
sağlayan bir hüküm YUKK’ye eklenmelidir.
123
MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ
VI. BÖLÜM
SURİYELİ YABANCILARIN
TÜRKİYE’YE EKONOMİK
ETKİSİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Fahrettin Oğuz TOR
124
Fahrettin Oğuz TOR
İlk ve ortaokulu Afşin’de, lise öğrenimini
K.Maraş ve Artvin İlköğretmen Liselerinde, lisans eğitimini Gazi Eğitim Matematik ve Gazi Üniversitesi
İİBF İktisat Bölümlerinde, lisansüstü eğitimini Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Bölümünde tamamladı.
Eğitimin bütün kademelerinde; öğretmen, idareci ve öğretim görevlisi olarak çalıştı.
1987 yılında sınavla girdiği SSK Teftiş Kurulunda; müfettiş yard., müfettiş ve başmüfettiş, dört yıl Teftiş Kurulu Başkanı olarak SSK ve SGK’e toplam 28 yıl
denetim elemanı olarak görev yaptı.
Bürokraside danışmanlık görevlerinde bulundu.
Birçok sivil toplum kuruluşunda üye, yönetim
kurulu üyesi ve başkanı olarak çalıştı.
Milliyetçi Hareket Partisi 25 ve 26. Dönem
Kahramanmaraş milletvekilidir.
125
Ülkemizde geçici koruma kapsamında bulunan Suriyeli
yabancılara yönelik olarak açık kapı politikası uygulanmış ve
kitlesel akınla gelen yabancıların temel ihtiyaçlarının karşılanması
temel ilkelerden birisi olarak kabul edilmiştir. Bununla beraber
Suriyelilerin yedi yılı aşkın süredir Türkiye’de bulunması ücretsiz
sağlanan kamu hizmetleri başta olmak üzere Türk ekonomisine
çeşitli külfetler getirdiği gibi Suriyelilerinde ülkemize ekonomik
katkılarının olduğu da bir gerçektir. Bu kapsamda bu bölümün
amacı Suriyeli yabancıların ülkemizde neden olduğu ekonomik
fayda ve maliyetlerin ele alınmasıdır. Bununla beraber gerek yapılan harcamaların detaylı dökümü gerekse de Suriyelilerin ekonomimize katkılarını açıklayan çalışmaların eksikliği bu hesaplamayı
mevcut bilgilerden tahminî yöntemler kullanarak belirlemeyi
mecbur kılmıştır.
Geçici Koruma Kapsamındaki Yabancılara Yönelik Kamu
Harcamalarının Reel ve Alternatif Maliyeti
Suriyelilere yönelik yapılan kamu harcamaları 2017 yılının
Aralık ayı başında dönemin Başbakan Yardımcısı Sayın Recep
AKDAĞ tarafından 84.880.541.000 Türk lirası (TL) olarak açıklanmış ve bu harcamanın karşılığının 30.285.573.000 ABD doları
(USD) olduğu belirtilmiştir (Anadolu Ajansı, 2017). Bu açıklamadan harcamalara ilişkin kabul edilen USD kurunun 2,8 TL’ye
karşılık geldiği anlaşılmaktadır. Bununla beraber açıklamanın
yapıldığı 5.12.2017 tarihinde kur 1 USD=3,86 TL (TCMB, 2018),
31.12.2017 tarihinde ise kur 1 USD=3,77 TL (TCMB, 2018) olarak gerçekleşmiştir. Bu durum Türkiye’nin Suriyelilere yönelik
yapılan harcamalarını yatırıma dönüştürmemiş olsa dahi kur farkından alternatif bir maliyete katlanmak zorunda kaldığını ortaya
126
koymuştur. Daha basit bir anlatımla Türkiye Suriyeli yabancılara
yönelik yaptığı harcamalar yerine aynı dönemde USD alarak kasasına koysaydı bu paranın TL cinsinden karşılığı 84.880.541.000
TL’nin üzerinde olacaktır. Bu hesaplama yöntemi ilk bakışta sakıncalı gelse de bu kaynağın yatırıma harcanması durumunda kur
farkının üzerinde bir gelir getirme potansiyelinin olduğu da unutulmamalıdır. Bu anlamda 5.12.2017 tarihindeki kur esas alındığında yapılan 30.285.573.000 TL’lik harcamanın karşılığı
116.902.311.780 TL olacaktır.
Bu durumda Türkiye’nin 32.021.770.780 TL’lik bir alternatif maliyete katlanmış olduğu ifade edilebilir. Söz konusu alternatif maliyetin USD cinsinden karşılığı ise 8.295.795.538 USD’dir.
Özetle sadece kur farkından kaynaklı alternatif maliyeti ile yapılan
reel harcama toplandığında Türkiye’nin 5.12.2017 tarihi itibarıyla
38.581.368.538 USD’lik bir maliyete katlanmak durumunda kaldığı anlaşılmaktadır.
Bununla beraber Türkiye’nin maliyeti bununla sınırlı değildir. Söz konusu maliyetin yatırıma dönüşmesi durumunda ortaya
çıkacak katkının da hesaplanması gerekmektedir. Fakat bu harcamaların ne derecede rasyonel kullanılacağı veya hangi amaçla
kullanılacağını bilmek her ne kadar mümkün olmasa da yatırıma
dönüşmemesinin getireceği alternatif maliyetinin hali hazırda
kurulu bir şirketin piyasa değeri esas alınarak hesaplanması mümkündür.
Ford Otosanın piyasa değeri 2018 yılında Ford Otosanın
2017 sonu itibarıyla ise değeri 21.142.327.500 TL’dir (Fortune
Turkey, 2018). Bu durumda Ford Otosanın 2017 sonu itibarıyla
değeri (1 USD=3,77 TL) 5.608.044.429 USD’dir. Bu anlamda
Suriyelilere yönelik yapılan reel harcamalar ile alternatif maliyetin
toplamı olan 38.581.368.538 USD ile 6,87 adet Ford Otosan
satın almak mümkün olacaktır.
127
Daha basit bir ifade ile Türkiye Suriyelilere yönelik harcama yaptığı dönemlerde USD satın almış olsa ve bunu 5.12.2017
tarihinde bozdursaydı 29.12.2017 tarihinde 6,87 adet Ford
Otosan satın alması mümkün olacaktır. Ford Otosan 11.501 kişi
istihdam eden (Koç Holding, 2018) ve 2017 yılında VAFÖK’ü
(vergi, amaortisman ve faiz öncesi kar) 2.182.000.000 TL, net kârı
ise 1.490.000.000 TL (Dünya gazetesi, 2018) olan bir şirkettir. Bu
anlamda değerlendirildiğinde Türkiye’nin 2018 yılında faaliyete
geçecek 6,87 adet Ford Otosan büyüklüğünde bir şirket ile
79.011 kişiyi istihdam etmesi ve 2017 yılı net kârı esas alındığında amortisman, vergi gideri olduğu düşünülürse kurulacak şirketin
4.754.040.000 TL değerinde olacak olan aynı kalemlerdeki gideri
finans, imalat ve kamu sektörleri başta olmak üzere birçok sektöre
kaynak oluşturucu niteliktedir. Ayrıca ortalama bir ailenin dört
kişi olarak kabul edilmesi hâlinde 316.044 kişinin bu yolla gelire
kavuşacağı iddia edilebilir. Bunun anlamı bu yolla Kırıkkale ilinden daha büyük bir nüfusun gelire kavuşabilmesidir.
Türkiye’deki Suriyelilerin Ekonomik Katkıları ve Kayıt Dışılığın Yarattığı Vergi Kaybı
Türkiye’de bulunan Suriyeli yabancılar gerek sahip oldukları sermaye gerekse de oluşturdukları iş gücü arzı ile Türk ekonomisine katkı sunmaktadır. Suriyeli yabancıların Türk ekonomisine katkıları incelendiğinde ise yapılan harcamaların çok altında
kaldığı görülmektedir. Suriyelilerin Türkiye’deki toplam yatırımlarının 2011-2018 döneminde 1 ila 1,15 milyar USD düzeyinde
olduğu değerlendirilmektedir (SPUTNIK NEWS, 2018).
Türkiye’de istihdam edilen Suriyeli nüfusun neredeyse tamamının kayıt dışı çalışıyor olması ucuz iş gücü olarak görülen
Suriyelilerin bu yolla sağladığı ekonomik katkının hesaplanmasını
zorlaştırmaktadır. Türkiye’de çalışan Suriyeli sayısının 800 bin ila
128
1 milyon arasında olduğu tahmin edilmekle beraber (ERDOĞAN
M.M., 2018) 2018 yılı Nisan ayına kadar 19.925’i geçici koruma,
20.993’ü ikamet izni ve 13.776’sı işletme sahibi olmak üzere
Suriyelilere düzenlenen toplam çalışma izni sayısı 54 binin üzerinde gerçekleşmiştir (BUILDING MARKETS, 2018). Bununla
beraber 2018 yılı sonu itibarıyla Türkiye’de bulunan Suriyelilerin
3.6 milyondan fazlalık kesimi geçici koruma altındayken 2017 yılı
sonu itibarıyla yalnızca 65.348 Suriyeli yabancıya ikamet izni
düzenlenmiştir (GİGM, 2018). Bu durum bize iki husus hakkında
fikir vermektedir. Birincisi Türkiye’de ikamet izni ile bulunan
Suriyeliler kayıtlı ekonomiye katılmaya daha uygun niteliklere
sahiptir. Çünkü ikamet izni sayıları ile düzenlenen çalışma izni
sayıları beraber değerlendirildiğinde neredeyse ikamet izini olan
her üç Suriyeliden birisi çalışma izni almış durumdadır. İkincisi
ise Türkiye’de bulunan Suriyeli nüfusun esas kısmını oluşturan
geçici koruma kapsamındaki yabancıların kayıtlı çalışma oranın
oldukça düşük olduğudur.
Türkiye’de geçici koruma kapsamında bulunan Suriyeli nüfusun 1.190.480’i erkek, 929.384’ü kadın olmak üzere toplam
2.119.864’ü 15-64 yaş aralığında yani çalışma çağındadır (GİGM,
2018). Suriyeli kadınların kültürel nedenlerle iş gücü piyasasına
dâhil olamadığı düşünülse dahi Türkiye’de geçici koruma kapsamında bulunan Suriyelilerin en azından 1.2 milyonunun iş gücü
piyasasına katıldığını söylemek marjinal bir değerlendirme değildir. Ayrıca Türkiye’deki Suriyeliler arasındaki işsizlik oranın %21
olması (BUILDING MARKETS, 2018) ile 1 milyona yakın Suriyelinin çalışmakta olduğu tahmini (ERDOĞAN M. M., 2018) her iki
çalışma arasındaki zaman farkı da dikkate alındığında en azından
1.2 milyonluk bir iş gücü arzı olduğu yönündeki bulgumuzu destekler bir nitelik ortaya koymaktadır. Bu anlamda 1.2 milyon kişilik bir iş gücü arzında çalışma izni bulunanların sayısının 20 bin
129
civarında olması geçici koruma kapsamındaki Suriyeli iş gücünde
kayıtlı istihdam oranın %1,6 civarında olduğunu göstermektedir.
Böyle bir durumda geçici koruma kapsamındaki Suriyeli iş gücünün tamamen kayıt dışı olduğunu söylemek dahi aşırı olmayacaktır. Zaman zaman Türkiye’nin geçici koruma kapsamındaki yabancıların çalışma izinlerine ilişkin yasal düzenlemeyi yapmakta
gecikmesinin bu duruma neden olduğuna dair iddialar öne sürülse de Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma İzinlerine
Dair Yönetmelik’in üç yıldır yürürlükte olmasına rağmen kayıtlı
istihdamın hâlen %1,6 civarında olması bu savı geçersiz kılmaktadır.
Bu kapsamda Suriyeli iş gücünün Türk ekonomisine katkısı
tam olarak hesaplanamamaktadır. Bununla beraber İstanbul’da
çalışan tekstil işçileri arasında yapılan bir araştırmaya (MUTLU &
DİĞERLERİ) göre Suriyeli erkek işçiler Türk erkek işçilere göre
ortalama 340 TL daha az ücretle çalışmaktadır. Bu farkın sektör ve
şehir farkı gözetilmeden çalışan tüm Suriyeliler açısından geçerli
olduğu ve 2012-2017 yılları arasında yılda ortalama 300 bin Suriyelinin çalıştığı varsayımları altında Suriyeli ucuz iş gücünün Türk
ekonomisine katkısı 7.344.000.000 TL yani 1.948.010.610 USD
(1 USD=3,77 TL) olacaktır.
Bununla beraber özellikle kayıt dışı istihdamda ücretin sektör, şehir, kişi gibi birçok değişkenden etkilenmesi ve işverenin
mümkün olan en düşük ücretle istihdam sağlamak istemesi muhtemeldir. Bütün bunlar sürekli bir işte çalışmayan Suriyelilerin
varlığı ve Suriyeli işgücünün büyük kısmının düşük nitelikli olması ile beraber değerlendirildiğinde Suriyeliler tarafından gerçekleştirilen yatırımlar ile Suriyeli ucuz iş gücünün katkısını eşit kabul
etmek veri eksikliği nedeniyle makul bir seçenektir. Bu kapsamda
Suriyeli ucuz işgücünün Suriyeli sermayeye eşit bir katkı sağladığı
varsayımı altında Suriyelilerin Türk ekonomisine toplam katkısının
130
2 ila 2,5 milyar USD düzeyinde kaldığını ifade etmek mümkündür.
Bununla beraber Suriyeli ucuz iş gücünün katkısının ne kadar net bir katkı olduğu dikkatle ele alınmalıdır. Suriyelilerin yarattığı niteliksiz iş gücü arz şokunun niteliksiz Türk iş gücü ile
Suriyeli iş gücü arasında rekabete yol açtığı ve niteliksiz Türk
işgücü üzerinde dışlama etkisine neden olduğu belirtilmektedir.
(CERİTOĞLU&DİĞERLERİ, 2017). Kısacası Suriyeli ucuz iş gücünün çalışmasının alternatif maliyeti Türk işçisinin çalışamamasıdır.
Suriyeli iş gücünün kayıt dışı istihdam ediliyor olması vergi
kaybına da neden olmaktadır. Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün
verileri esas alındığında Türkiye’de 2012-2017 yılları arasında
yılda ortalama 1.753.826 Suriyeli yabancı Türkiye’de hayatını
devam ettirmiştir.
Bu nüfusun ne kadarlık bir kesiminin hangi yıllarda iş gücü
piyasasına dâhil olduğunu belirlemek kayıt dışılık nedeniyle oldukça zordur. Bununla beraber Türkiye’de 2.503.549 kayıtlı Suriyelinin bulunduğu 2015 yılı için çalışan Suriyeli sayısının en az
300 bin olduğu tahmin edilmektedir (ERDOĞAN & ÜNVER). Bu
anlamda 2012-2017 yılları arasında yıllık ortalama 300 bin kişinin
çalıştığını varsaymak marjinal olmayacaktır.
Bir çalışmanın (YILDIZ, 2017) yöntemi kullanılarak 2013-
2017 yılları arasında yılda ortalama 300 bin Suriyelinin kayıt dışı
çalışmasının yaratacağı gelir vergisi, SSK primi ve damga vergisindeki kayıptan KDV’den elde edilecek gelirin çıkartılması hâlinde (hepsi asgari ücret üzerinden hesaplanmıştır) 2.651.124.600
TL/703.216.074,27 USD’ lik (1 USD=3.77 TL) bir zarar ortaya
çıkmaktadır.
Bu anlamda Suriyelilerin kayıt dışı istihdamı Suriyelilerin
toplam ekonomik katkısının yaklaşık üçte birini ortadan kaldırmaktadır.
131
Bu kayba hasta katılım payı gibi arızi gelirlerin ödenmemesi, sınır kaçakçılığı gibi kayıplar ile kayıtsız iş yerleri nedeniyle
kurumlar vergisi kaybı dâhil değildir.
Buradaki bir diğer önemli nokta kamu kurumlarının Suriyeli işletmeleri vergilendirme/ceza kesme noktasındaki “hoşgörüsünün” yarattığı kurumlar vergisi kaybıdır (LORDOĞLU & ASLAN,
2016). Bu durum Türk işletmelerinin haksız rekabete maruz kalmasına ve bu nedenle Türk işletmelerinden sağlanacak vergi gelirlerinde de azalmaya neden olmaktadır.
Ayrıca Suriyeli yabancıların kendi uyruklarından olan işletmelerden alışveriş yapma eğiliminde olması (EURONEWS,
2018) nüfus miktarındaki artışın homojen bir talep artışı yaratmasının önüne geçtiği gibi içe kapanık bir toplumsal yapıyı körüklemektedir.
Geçici Barınma Merkezlerinin Kapatılmasının Ekonomik
Etkisi
Türkiye son dönemde geçici barınma merkezlerini kapatmaya başlamıştır. Bu durum geçici barınma merkezlerinin yerel
ekonomileri destekleyen niteliğini kaybetmesi nedeniyle önemlidir. Çünkü geçici barınma merkezleri yerli iş gücünün dışlama
etkisiyle karşılaştığı ve nüfus artışında yaşanan şokun enflasyonist
baskı yarattığı bir ortamda yerel ekonomilere merkezî bütçeden
kaynak aktarımı yoluyla bir sübvansiyon sağlamıştır (DEL CARPİO
& WAGNER, 2015). Bu kaynak aktarımın eksikliği yerel ekonomilerin Suriye’den yaşanan kitlesel akının olumsuz etkilerini daha
ağır hissetmelerine ve bu olumsuzlukların toplumsal çatışmalara
dönüşmesine neden olabilir. Bu bakımdan geçici barınma merkezlerinin kapatılmasını sadece merkezi bütçe harcamalarının
azaltılması yönüyle değerlendirmek kapsamlı bir yaklaşım olmayacaktır.
132
SONUÇ
Türkiye geçici koruma kapsamındaki yabancılara yönelik
olarak oldukça büyük bir reel harcama gerçekleştirmiştir. Reel
harcamanın büyüklüğü beraberinde alternatif maliyetinde yükselmesini tetiklemiştir. Bununla beraber Türkiye’nin ardı ardına
kur atakları yaşaması, yüksek enflasyon ve işsizlikle mücadele
etmek zorunda olması, Türk iş gücü piyasasında kayıt dışılığın
yüksek olması gibi yapısal ve dönemsel sorunlar bu maliyetin
(reel ve alternatif) Türk toplumu üzerinde daha fazla yük oluşturmasına neden olmuştur.
Suriyelilere yönelik kamu harcamalarının yatırıma dönüşmemesinin ortaya çıkardığı önemli alternatif maliyetlerden birisi
istidam yaratılamaması olmuştur. Suriyelilere yönelik kamu harcamalarına yönlendirilen kaynak ile harcama yapılan dönemlerde
USD alınarak kaynak saklanmış olsaydı 2017 yılı sonu itibarıyla
gerçekleştirilen 30.285.573.000 USD’lik kamu harcaması yalnızca kur farkı sayesinde 8.295.795.538 USD’lik ek bir kaynağın
oluşmasını beraberinde getirecekti. Böylece reel harcama ve alternatif maliyeti ile 38.581.368.538 USD’lik bir kaynak Türkiye
Cumhuriyeti’nin elinde bulunacaktı. Bu kaynak ile 2018 yılı başından itibaren 6,87 adet Ford Otosan büyüklüğünde bir şirket
kurularak 79.011 kişinin istihdamı sağlanabilirdi. Ford Otosan’ın
2017 yılı net kârı esas alındığında bu şirketin 10.236.300.000 TL
yani 31.12.2018 tarihindeki kur (1 USD=5,28 TL) (TCMB, 2018)
esas alındığında 1.938.693.181 USD net kâr elde etmesi mümkün
olacaktı. Yaklaşık 2 milyar dolarlık bu kârın yanı sıra bu şirket
4.754.040.000 TL’lik faiz, amortisman ve vergi ödemesi ile farklı
sektörlere 900.386.363 USD (1 USD=5,28 TL) değerinde bir
kaynağı aktarmayı başaracaktı. Sonuç olarak reel ve alternatif
maliyetin yatırıma dönüşmemesi Türkiye için 2.8 milyar USD’nin
üzerinde gerçekleştiği gibi 79 bin civarında sağlanabilecek istih-
133
damın da sağlanamaması anlamına gelmektedir. Bu hesaplama
yönteminin geçmişe dönük yatırım analizleriyle geliştirilmesi
mümkünse de yıllara göre harcama verisine erişilememiş olması
anılan tarzda bir analizin yapılmasını engellemiştir. Ayrıca yapılan
harcamanın USD’ye çevrilmesi yerine yatırıma dönüşmesi hâlinde
çarpan etkisi ile alternatif maliyetin 8.295.795.538 USD’nin üzerinde çıkması da muhtemeldir. Konun liberal iktisat açısından
değerlendirilmesi durumunda kaynağın verimsiz kamu kesiminde
kalmış olması da ayrıca bir maliyete neden olmaktadır.
Reel ve alternatif maliyet analizinin politik açıdan ön
önemli noktasını belki de Avrupa Birliği’nden 3+3 milyar avro
şeklinde alınan kaynağın yetersizden de öte bir hiç olduğunu
ortaya koymasıdır. Çünkü Türkiye’nin harcamalarını yatırıma
dönüştürmesi hâlinde sadece bir yılda 3 milyar USD gelir elde
etmesi mümkün iken üç yılda 3 milyar avro ödenmesi Türkiye’nin
gelir kaybını karşılamaktan uzaktır. Ayrıca istihdam edilemeyen
on binlerce işsizin varlığı ve ekonominin yatırımların çarpan etkisinden faydalanamamış olması bu değerlendirmeye katılırsa 3
milyar avronun neredeyse bir hiçe tekabül ettiği daha net görülecektir.
Yukarı da belirtildiği gibi Türkiye’nin Suriyelilere yönelik
harcamalarının alternatif maliyetlerinden birisi de 79 bin kişilik
bir istihdam kaybıdır. Fakat istihdama ilişkin alternatif maliyet
bununla sınırlı değildir. Piyasada emek faktörüne yapılan toplam
ücret ödemesi veri kabul edilirse; bir Türk işçinin, Suriyeli işçilere
ödenen kişi başına ortalama ücretin üç katını talep etmesi halinde, mevcut Suriyeli işçi sayısının üçte biri kadar Türk işçi çalıştırmak mümkün olacaktır. Bu bağlamda Türkiye’de hâlihazırda 1
milyon Suriyelinin çalıştığı kabul edilirse bu işçilerin yerine piyasa Suriyelilerin üç katı maaş talep eden yaklaşık 330 bin Türk işçi
istihdam edebilecektir. Bu koşullar altında Suriyelilere yapılan
134
harcamalar ve Suriyeliler yerine Türk vatandaşlarının çalışmasının
alternatif maliyeti 400 bin kişinin üzerinde bir istihdama yükselecektir. Böylece 2018 yılı Eylül ayı verilerine göre işsizlik oranı
%11,4 olan ve 3.749.000 işsizin bulunduğu (TÜİK, 2018) Türkiye’de işsizliğin %1 azaltılması mümkün olacaktır.
Suriyelilerin kayıtlı çalışmasına ilişkin mevcut veriler incelendiğinde ikamet izni ile Türkiye’de kalan Suriyelilerin yaklaşık
üçte birinin çalışma izni olduğu anlaşılmaktadır. İkamet izni ile
kalanların içerisinde çocuk, yaşlı gibi işgücüne dâhil olmayan
kişilerinde bulunması da muhtemeldir. Bu anlamda ikamet izni ile
Türkiye’de kalan Suriyelilerin çalışma hayatında kayıtlı olarak
faaliyet gösterme oranları yüksektir. Bununla beraber ikamet izni
ile Türkiye’de kalan nüfus, geçici koruma kapsamında kalanların
yanında çok minimal bir grubu oluşturmaktadır. Fakat ikamet
izinli Suriyelilerde kayıtlı istihdam oranın belirli bir seviyede olması bu grubun ekonomik entegrasyona geçici koruma kapsamındakilere göre açık ara daha uygun olduğunu göstermektedir.
Geçici koruma kapsamında bulunan yabancılardan çalışma
çağında olan 2.1 milyonun üzerindeki nüfusta kadınların kültürel
sebeplerle çalışma hayatına girmelerinin çok sınırlı olacağı kabul
edilse dahi en azından 1.2 milyon kişilik bir iş gücü arzı olacaktır,
Nitekim yukarıda belirttiğimiz çeşitli çalışmalar bu tespitimizi
doğrular nitelikte veriler ortaya koymaktadır. Bununla beraber 1.2
milyon kişilik iş gücü arzının olmasına rağmen çalışma izni bulunanlar 20 bin kişi civarındadır. Burumda 1.2 milyon kişilik iş
gücü arzının sadece %1,6’sı kayıtlı çalışmaktadır. Bununla beraber Türk iş gücü piyasasında kayıt dışılık Suriyelilerden bağımsız
olarak yüksek olup 2018 yılı Eylül ayı verilerine göre %33,8’dir
(TÜİK, 2018). Bu anlamda Suriyelilerin Türkiye’de kayıt dışılığı
yarattığını söylemek zordur. Bu anlamda Suriyelilerin Türkiye’nin
yapısal bir sorununa dâhil olduğunu söylemek daha doğru olacak-
135
tır. Fakat bu durum Suriyelilerin neredeyse tamamının kayıtsız
çalıştığı gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır.
Nihai olarak Suriyelilerin Türk ekonomisine etkisine ilişkin
detaylı verilerin ilgili kurumlarca toplanarak veri eksikliğinin ortadan kaldırılması Türkiye’nin mevcut durumu değerlendirebilmesi
için oldukça önemlidir. Mevcut durumda vergi kaybı, alternatif
maliyet gibi sürecin yönetilmesinde önem arz eden hususları
kesin sayılarla ifade etmek oldukça zordur. Bu nedenle kesin
sayılar olmadan Türkiye’nin basit bir fayda maliyet analizi yapması dahi mümkün değildir. Bu anlamda kamu kurumlarına oldukça
önemli bir görev düşmektedir. Ayrıca ekonomik boyutun belirlenmesinin uygun kalıcı çözüm alternatifinin tespitinde büyük bir
rol oynadığı unutulmamalıdır.
137
MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ
VII. BÖLÜM
KALICI ÇÖZÜM ALTERNATİFLERİ
139
Uluslararası koruma bir yabancının ülkesinde zulüm göreceğine dair haklı korku duyması üzerine bir başka ülkenin korumasını talep etmesidir. Bununla beraber uluslararası koruma çatı
bir kavram olup alt dallarına ayrılmaktadır. Bunlar mülteci, şartlı,
mülteci, ikincil koruma ve geçici korumadır. Her ne kadar bu
statüler hukuki anlamda birbirinden farklı olsa da koruma ihtiyacı
hepsinin ortak noktasını oluşturmaktadır. Fakat koruma ihtiyacının
karşılanması gerek uluslararası koruma talep eden kişilerin gerekse de ev sahibi ülkelerin tüm sorunlarından kurtulduğu anlamına
gelmemektedir. Esasen bir kişinin uluslararası koruma altına alınması gerek kendisi gerekse de yeni ülkesi açısından yeni ve oldukça sorunlu bir sürecin başlangıcıdır. Çünkü günümüz göç
hareketlerinin büyük kitleler hâlinde gerçekleştiği dikkate alınırsa
ortaya çıkan tablo çok farklı sosyoekonomik karaktere sahip grupların farklı yapıya sahip bir toplumun içinde yaşamaya çalışmasıdır. Bu yapının meydana getirdiği sorunların çözülememesi ise
yıkıcı etkiler doğurabilecek karakterdedir.
Yakın tarihimizde ortaya çıkan gelişmeler dünya üzerinde
24,4 milyon insanın mülteci olmasına, 3,1 milyon kişinin uluslararası koruma başvuru sahibi durumuna gelmesine ve 40 milyon
kişinin de ülke içerisinde yerinden edilmesine neden olmuştur
(BMMYK, 2018). 27,5 milyonu ülkesi dışında 40 milyonu ise
kendi ülkesi içinde olmak üzere toplam 67,5 milyon insanın bir
şekilde korumaya ihtiyacı olduğu göz önüne alınırsa bu nüfusun
göç etmesine yol açan sorunlar bir şekilde çözülse dahi bu nüfusun göç hareketinden kaynaklı oldukça büyük sorunlar varlığını
devam ettirecektir. Bu nedenle kalıcı çözüm alternatiflerinin üretilerek uygulanması gerek günümüzün gerekse de gelecekte karşılaşılacak sorunların çözülmesinde önem kazanmaktadır.
140
Literatür incelendiğinde kalıcı çözüm alternatifleri olarak
gönüllü geri dönüş, yeniden yerleştirme ve yerel entegrasyon
(Entegrasyon olarak kullanılacaktır.) karşımıza çıkmaktadır. Özellikle kaynak ülkelerdeki sorunların çözülememesi nedeniyle uzun
süren mültecilik durumlarının ortaya çıkması üç kalıcı çözümün
mülteci grubun özelliklerine göre eş zamanlı olarak uygulanmasını gerektiren “kalıcı çözüm alternatiflerine kapsamlı yaklaşımın”
ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu durum kendisini Birleşmiş
Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Yürütme Komitesinin
1999 sonrası kararlarında da göstermiştir. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Yürütme Komitesinin 1999 öncesi
kararlarında gönüllü geri dönüşün kalıcı çözüm alternatifi olduğu
vurgusu yoğunken 1999 sonrasındaki kararlarda gönüllü geri
dönüşün en tercih edilebilir çözüm olduğu belirtilmekle beraber
diğer kalıcı çözüm alternatiflerini de kapsayan kapsamlı bir yaklaşım önerilmiştir. Bu anlamda kalıcı çözüm alternatifleri arasında
her ne kadar bir hiyerarşi söz konusu olmasa da gönüllü geri dönüşün kalıcı çözüm olarak önemli bir yer tutuğu açıktır.
Gönüllü geri dönüş Uluslararası Göç Örgütü (IOM) tarafından “Kriterlere uygun olan kişilerin menşe ülkelerine tamamen
kendi istekleri ile geri dönmeleri” olarak tanımlanmaktadır (IOM,
2009). Bu tanımın genişliği bazı noktalara açıklık getirilmesini
gerektirmektedir. Bu kapsamda Birleşmiş Milletler Mülteciler
Yüksek Komiserliği (BMMYK) kaynakları gönüllü geri dönüşün
kişinin bilgiye dayalı bir karar ile hür iradesiyle ülkesine dönmesi
olduğunu belirtirken söz konusu dönüşün güvenli ve onurlu bir
dönüş olması gerektiğini ifade etmektedir (BMMYK, 2011). Bu
anlamda bir geri dönüşün gönüllü olabilmesi için çeşitli unsurları
barındırması gerekmektedir. Bunlardan ilki gönüllülüktür. Gönüllük unsurunun yerine gelmesi için kişinin kaynak ülkesindeki
duruma ilişkin bilgi sahibi olması ve bu bilgilere göre hür irade-
141
siyle geri dönmeyi talep edebilmesi gerekmektedir. Bununla beraber BMMYK kaynakları gönüllük unsurunun yerine gelebilmesi
için kişinin zorla ülkesine gönderilmemesini yeterli görmemektedir. Zorla göndermemenin yanı sıra geri dönüş kararı ev sahibi
ülkede oluşan itici faktörlerden de kaynaklanmamalıdır (BMMYK,
2011). Bu anlamda BMMYK gönüllü geri dönüşün kişinin ev sahibi ülkeden gitmeye açık veya zımni şekilde zorlanmadan doğrudan kaynak ülkenin çekici faktörlerinden kaynaklanması gerektiğini ileri sürmektedir (BMMYK, 1996). Bununla beraber itici
faktörlerin neler olduğunun ülkenin mevcut sosyoekonomik yapısı üzerinden değerlendirmek gerekmektedir. Aksi takdirde işsizliğin yüksek olduğu bir ülkede çalışma hakkı sağlanmasına rağmen
iş bulamayan mültecinin itici faktörlere maruz kaldığını belirtmek
makul değildir.
Bu anlamda geri göndermeme ilkesi gönüllü geri dönüşün
gönüllük unsurunu doğrudan bağlayıcı niteliktedir. 1951 tarihli
Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme’nin (Cenevre Sözleşmesi) 33’üncü maddesinde tanımlanan geri göndermeme ilkesi
mülteci olmasına neden olan sorunların mevcudiyeti nedeniyle
hayatı veya özgürlüğü tehlikede olan kişilerin geri gönderilmemesi anlamına gelmektedir. 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası
Koruma Kanunu da geri göndermeme ilkesini 4’üncü maddesi ile
tanımaktadır. Bu kapsamda Kanunun 4’üncü maddesi “Bu Kanun
kapsamındaki hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı
ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti,
belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere
gönderilemez.” hükmünü bulundurmakta ve bu ilkeyi Kanunu’n
temel ilkelerinden kabul ederek sadece uluslararası koruma kapsamındaki yabancılar için değil Kanun kapsamındaki tüm yabancılar için tanımaktadır.
142
Gönüllü geri dönüşün bir diğer unsuru ise bilgiye dayalı
verilen karardır. Kararın bilgiye dayalı olarak verilmesi kişinin
irade hürriyetini desteleyen bir yönü olmasıyla önemlidir. Bu
anlamda kişinin bilgi eksikliği nedeniyle yanlış bir karar verilmesinin önüne geçilmek istenmektedir. Bu durum BMMYK kaynaklarında da anılmakta ve gönüllü geri dönüşün gönüllü olması için
verilen kararın özgür ve bilgiye dayalı olması gerektiği belirtilmektedir (BMMYK, 2007). Bilgilendirmenin nasıl sağlanacağına
ilişkin olarak BMMYK personelinin yabancılara erişiminin sağlanması gerektiği birçok BMMYK metninde vurgulanmaktadır.
Böylelikle gerek ev sahibi devletin gerekse de BMMYK’nin bilgilendirme yapması sağlanacak ve bu ikili bilgilendirme kişinin
bilgiye dayalı karar verdiği hususundaki şüpheyi ortadan kaldıracaktır.
Geri dönüşün güvenli ve onurlu olması ise hem gönüllü
geri dönüşün insan haklarına uygun olmasını sağlamak hem de
gönüllü geri dönüşün sonrası aşama olan yeniden entegrasyon
faaliyetlerine temel oluşturması açısından önemlidir. Bir geri dönüşün güvenli olabilmesi için yasal, fiziki ve maddi güvenliğin
sağlanmış olması gerekmektedir. Yasal güvenlik ile kişinin göç
etmiş olması nedeniyle cezalandırılmayacağı, fiziki güvenlik ile
kişilerin yaşam hakkına yönelik tehditlerin ortadan kaldırılması
(silahlı saldırıların engellenmesi, mayınsız yerleşim alanları vb.)
ve maddi güvenlik ile kişinin geri dönüşü sonrasında geçimini
sağlayabileceği kaynaklara erişim sağlayabilmesi kastedilmektedir
(BMMYK, 1996). Onurlu geri dönüş ile ise kişinin menşe ülkesinde kötü muamele görmemesi ve tüm haklarının yerel otoritelerce
korunması kastedilmektedir (BMMYK, 2011). Bu başlıkların her
biri seyahat hızına saygı gösterilmesi, okul dönemlerinin gözetilmesi gibi birçok alt başlığa ayrılabilmektedir. Bu yönüyle mülteciliğe neden olan faktörlerinde ortadan kalkmasıyla veya en azın-
143
dan kaynak ülkenin belirli bölgelerinde (dâhilî kaçış alternatifi)
kişinin hayatına devam edebileceği bir ortamı gerekli kılması
nedeniyle güvenli ve onurlu geri dönüş unsuru kaynak ülkenin
rehabilitasyonu ve yeniden entegrasyon faaliyetleri açısından da
önem arz etmektedir.
Bununla beraber gönüllü geri dönüşün temelini oluşturan
unsurlar gönüllülük ve bilgiye dayalı karar vermektir. Çünkü bilindiği üzere kişinin ülkesine dönmesi hakkı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 13’üncü maddesinde yer alan bir haktır. Bu
anlamda ülkesindeki durumu bilen ve bütün olumsuzluklara rağmen hür iradesiyle ülkesine dönmek isteyen bir insanın ülkesine
dönmesini engellemek başka bir insan hakkının ihlali anlamına
gelecektir. Bu nedenledir ki farklı gönüllü geri dönüş türleri oluşmuştur. Böylece herhangi bir kurumsal organizasyon olmaksızın
insanların kendi ülkelerine geri dönmesi kendiliğinden (spontan)
gönüllü geri dönüş olarak adlandırılırken, gönüllü geri dönüş
şartlarının oluşması sonrasında kişilerin kurumsal bir organizasyonla ülkelerine geri dönmesi organize gönüllü geri dönüş olarak
adlandırılmaktadır. Organize geri dönüşler genellikle kaynak
ülkedeki durumun değişmesine müteakip kişilerin yukarıda belirtilen güvenli ve onurlu geri dönüşünü teminat altına alan geri
dönüş anlaşmaları sonrasında genellikle BMMYK’nin kontrolünde
gerçekleştirilirken kendiliğinden geri dönüşler kişilerin kendi
imkân ve kararları ile gerçekleştirilmektedir (BMMYK, 1993).
Organize geri dönüş kaynak ülkede mülteciliğe neden olan
sorunun çözülmesi ve geri dönüş anlaşması ile kişilerin yasal,
fiziki ve hukuki güvenliğinin teminat altına alınması sonrasında
BMMYK’nin teşviki ve gözetiminde gerçekleşmektedir. Bununla
beraber kaynak ülkede mültecilik durumuna neden olan sorunun
çözülmesi kişinin uluslararası korumasını dayanaksız bırakması
yönüyle de önemlidir. Bu anlamda kişi uluslararası koruma kap-
144
samına alınmasına sebebiyet veren gerekçelerden yoksun kalırsa
ev sahibi ülkede yasal kalış hakkı elde etmek zorundadır. Yasal
kalış hakkı bulunmayan ve ülkesine gönderilmesi (dâhilî kaçış
alternatifleri dâhil) geri göndermeme ilkesinin ihlali olmayacak bir
yabancının sınır dışı edilmesinde herhangi bir engel bulunmadığı
gibi bu durumda sınır dışı etme ev sahibi devletin egemenlik
haklarının da bir gereği olacaktır. Bununla beraber BMMYK kaynakları ev sahibi ülkede ciddi bağlar kurmuş (evlilik gibi) veya
kaynak ülkesine dönmesi mümkün olmayan yabancılar için entegrasyonu kalıcı çözüm olarak önermektedir (BMMYK, 2011).
Entegarasyon IOM tarafından “göçmenlerin hem birey hem
de grup olarak toplumun bir parçası kabul edildiği süreç” (IOM,
2009) olarak tanımlanmaktadır. BMMYK ise entegrasyonu yasal,
ekonomik ve sosyal boyutları olan bir süreç olarak kabul etmektedir. Bu anlamda yasal boyut mültecilerin vatandaşlığa varan
kalıcı ikamet izni ve giderek genişleyen haklar elde etmesi, ekonomik boyut mültecilerin kendi kendilerine yeterli hâle gelerek
ekonomik anlamda kendilerini idame etmesi ve ev sahibi ülkeye
katkı sunması, sosyal boyut ise mültecilerin kendi kültürlerini
kaybetmeden ev sahibi ülkenin sosyal hayatına katılması olarak
değerlendirilmektedir (BMMYK, 2011). Bununla beraber BMMYK
Yürütme Komitesi kararları incelendiğinde özellikle sosyal ve
ekonomik entegrasyonun nasıl sağlanacağına ilişkin açıklayıcı
kararlara ulaşmak pek mümkün değildir. Bu anlamda BMMYK’nın
süreci ağırlıklı olarak yasal boyutta değerlendirdiğini iddia etmek
abartılı olmayacaktır. Bu anlamda vatandaşlık yoluyla tam yasal
entegrasyonun sağlanması BMMYK’nin görevini sona erdirse de
ev sahibi ülke kendi sosyal yapısına kattığı yeni kitleden kaynaklı
sorunlarla ilgilenmeye devam etmek zorunda kalacaktır. Bu anlamda yasal entegrasyon ile entegrasyonun tamamlandığını düşünmek makul değildir. Ortaya çıkan sosyal ve ekonomik sorunla-
145
rın nasıl aşılacağı ise teorik yaklaşımların ortaya çıkmasına neden
olmaktadır.
Entegrasyona ilişkin teorilerin esasen asimilasyon, çok
kültürlülük ve entegrasyon teorileri şeklinde genel anlamda kategorize etmek mümkündür. Bununla beraber asimilasyon teorilerinin başarısızlığı ve çok kültürlülüğün bir birinden kopuk toplumsal gruplar oluşturması her iki yaklaşımdan da faydalanan (bu
bakımdan asimilasyonist bir tarafı da bulunan) entegrasyon teorilerini gündeme getirmiştir (UNUTULMAZ, 2016).
Bununla beraber kendi kendine yeterlilik ile entegrasyon
birbirine karıştırılmamalıdır. Kendi kendine yeterlilik ile kişinin
ekonomik olarak üretken ve bağımsız olması kastedilirken entegrasyonda sosyokültürel boyutta bu sürece dâhil olmaktadır. Bununla beraber 6458 sayılı Kanun ve Uygulama Yönetmeliği incelendiğinde uyum başlığı altındaki yaklaşımın entegrasyon yerine
kendi kendini idame etmeye odaklandığı görülmektedir. Bu anlamda Türkiye de yabancılar hukukunun temel metni olan 6458
sayılı Kanunun entegrasyonu yönetme açısından yetersiz olduğunu söylemek abartılı değildir. Bu durum Türkiye’nin Suriyeli yabancılara vatandaşlık verilmesinde de kendisini göstermiştir. Bu
yabancıların nasıl vatandaşlığa varan entegrasyon sürecinin mevzuatta yer almaması 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’n Türk
Vatandaşlığı Kazanılmasında İstisnai Hâller başlıklı maddenin
kullanılmasına neden olmuştur. Esasen bu madde Türkiye’ye
yönelik önemli katkılar sunabileceği değerlendirilen kişilere yöneliktir. Bununla beraber bu madde de yer alan şartlara kişilerin
uygunluğunun nasıl değerlendirileceğine, bu kişilerin yeterliliklerinin nasıl ölçüleceğine ilişkin bir düzenleme mevcut değildir.
Almanya ve Fransa gibi ülkelerde vatandaşlık kazanılmasında dil
yeterliliği ve ev sahibi ülkeye ilişkin çeşitli bilgilerin sınandığı
sınavlar ile entegrasyon kurslarının tamamlanması gibi şartlar
146
mevcuttur. Türkiye’de Suriyelilere verilen istisnai vatandaşlığa
ilişkin böyle bir uygulama olduğuna dair bilgi mevcut değildir.
Entegrasyon tanımlanması basit olsa da uygulanması oldukça zor bir kalıcı çözüm alternatifidir. Mültecilerin yeni toplumlarına entegre olması kısa bir sürede gerçekleşmemekte ve
oldukça çok pürüz barındırmaktadır. Ayrıca entegrasyon ile mültecilerin beraberinde getirdiği sosyoekonomik sorunların ev sahibi
ülkede içselleştirilmesi söz konusu olmaktadır.
Entegrasyonun bir diğer sorunu ise kaynak ülkenin iyi yetişmiş insanlarının ev sahibi ülkede kalması ile özellikle iç savaş
yaşayan ülkelerin yeniden inşasını sağlayacak insan kaynağının
bulunmasını zorlaştırmasıdır.
Bu yönüyle entegrasyon gönüllü geri dönüşün kalıcılığını
ve yeniden entegrasyon sürecini olumsuz etkilemektedir. Bu durum kapsamlı yaklaşım açısından gönüllü geri dönüş ile entegrasyon çözümlerinin beraber uygulanmasını zorlaştırmaktadır.
Son kalıcı çözüm alternatifi ise yeniden yerleştirmedir. Yeniden yerleştirme gönüllü geri dönüşün ve yerel entegrasyonun
çözüm olarak uygulanamadığı kişilerin kalıcı çözüme kavuşabileceği başka bir ülkeye yasal şekilde transfer edilmesidir (BMMYK,
2011). Bu kapsamda öncelikli olarak özel ihtiyaç sahibi olan (risk
altındaki kadın ve çocuklar, tedavi ihtiyacı bulunanlar, farklı toplumsal gruba mensup olanlar (LGBTİ bireyler), öngörülebilir kalıcı
çözüm eksiği altındaki kişiler vb.) kişilerin yeniden yerleştirilmesi
sağlanmaktadır.
Bununla beraber mevcut göç hareketlerinin kitlesel yapısı
bu konuyu devletler arasında sorun hâline getirmekte ve yeniden
yerleştirme ihtiyacı olan herkesin bu kalıcı çözüme ulaşmasını
imkânsız hâle getirmektedir. Bu yönüyle Türkiye’den üçüncü
ülkelere yeniden yerleştirilen Suriyeli yabancı sayısının toplam
32.378 olduğu (GİGM, 2018) göz önüne alınırsa yeniden yerleş-
147
tirme bireyler için bir kalıcı çözüm alternatifi olabilse dahi ev
sahibi ülke açısından diplomatik nezaket seviyesinde kalmaktadır.
Kalıcı çözüm alternatifleri genel olarak değerlendirildiğinde gönüllü geri dönüş uluslararası koruma kapsamındaki yabancıların kaynak ülkelerine geri dönmesi yoluyla kalıcı çözümü
öngörürken entegrasyon ev sahibi ülkede kalıcılığa işaret eden bir
kalıcı çözüm alternatifidir. Bununla beraber herhangi bir mülteci
grubunun kaynak ülkedeki durum düzeldiğinde dahi çeşitli nedenlerle gitmek istemeyeceğini belirterek entegrasyonu tek kalıcı
çözüm olarak okumak makul değildir. Çünkü kaynak ülkedeki
durumun düzelmesi öncelikli olarak uluslararası korumayı ve
beraberinde getirdiği hakları (ücretsiz kamu hizmeti, uluslararası
koruma kapsamındakilere özgü sosyal yardımlar vb.) ortadan
kaldırarak uluslararası koruma kapsamındaki yabancıların hayat
şartlarını bir miktar zorlaştıracaktır. Ayrıca ev sahibi ülke açısında
da entegrasyon uzun süre çözüme kavuşması mümkün olmayan
önemli sosyal, ekonomik ve güvenlik sorunların içselleştirilmesi
anlamına gelmektedir.
Bu noktada bir diğer önemli sorun ise ev sahibi ülkede yasal kalış hakkı bulunmayan bir kişinin devlet tarafından sınır dışı
edilemeyeceğine ilişkin varsayımdır. Herhangi bir grup için “Bunlar gitmezler.” tarzı söylemler devlet otoritesinin ve aslında devlet
egemenliğinin bu kişiler üzerinde etkisiz olduğu algısını yaratabilir. Bu yönüyle entegrasyonu tek çözüm görmek doğru değildir.
Yeniden yerleştirme ise kalıcı çözümün üçüncü bir ülkede sağlanması anlamına gelse de mevcut durumda milyonlarla ifade
edilen bir kitle için kalıcı çözüm olarak uygulanabilirliği tartışmalıdır. Bu anlamda optimum kalıcı çözüm alternatifinin tespitinde
“Sorunun nerede yani ev sahibi ülkede mi, üçüncü bir ülkede mi
yoksa kaynak ülkede mi?” çözülmek isteneceği cevaplanması
gereken önemli bir sorundur.
148
DEĞERLENDİRME VE ÖNERİLER
Türk ve dünya tarihini derinden etkileyen bir olgu olarak
göç binlerce yıldır insanlığı etkilemiştir. Bu durum günümüzde
ortadan kalkmadığı gibi küreselleşme ile artan ulaşım ve iletişim
imkanları göç hareketlerinin daha karmaşık, kitlesel ve akışkan bir
hal almasına neden olmuştur. Benzer şekilde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren önemli bir yere sahip olmuş olan göç
olgusu ülkemizin ve milletimizin gerek bugünü gerekse de yarınları için kritik bir noktada bulunmaktadır. Bu anlamda Türkiye’ye
yönelik göçü anlamak ülkemizin geleceği için belirleyici haldedir.
Cumhuriyet’in kuruluşunun ardından gelen dönemde millî
birliği sağlamaya yönelik olan göç politikası 1980’lere kadar devam etmiştir. 1980’lere gelirken Türkiye’nin komşu ülkelerinde
yaşanmaya başlayan gelişmeler, Türkiye’nin Müslüman Türkler ile
sınırlı olmayan bir nüfusun oluşturduğu göç hareketleri ile karşı
karşıya kalmasına neden olmuştur. Bu durum Türk göç politikasında değişiklikleri beraberinde getirmiş ve Türkiye’nin Türk soylu
olmayan göçmenlere yönelik düzenlemeler yapması ihtiyacını
doğurmuştur. 2013 yılında çıkan 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’na kadar olan dönemde Türkiye’nin temel göç mevzuatını oluşturan Türkiye’ye İltica Eden veya Başka
Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye’den İkamet İzni Talep Eden
Münferit Yabancılar ile Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza
Gelen Yabancılara ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik yani 1994 Yönetmeliği
bu ihtiyacı gidermek için hazırlanmıştır. Bununla beraber Suriye
İç Savaşı Türkiye’nin göç politikasında yeni bir değişim için kırılma noktası olmuştur.
Suriye Arap Cumhuriyeti’nde meydana gelen iç savaş nedeniyle bugün sayıları 3.6 milyonun üzerinde olan Suriyeli 2011
yılından itibaren kitlesel olarak Türkiye’ye gelmeye başlamıştır.
149
Ortaya çıkan bu kitlesel akının hâli hazırda mevcut olan Avrupa
Birliği uyum süreci ile bir araya gelmesi 6458 sayılı Yabancılar ve
Uluslararası Koruma Kanunu’n (YUKK) düzenlenmesini beraberinde getirmiştir. Türk uluslararası koruma sistemini kanun seviyesinde düzenleyen YUKK mülteci, şartlı mülteci ve ikincil koruma
statülerinin yanında detaylarını yönetmeliğe bıraktığı geçici korumayı da düzenlemiştir.
Suriye İç Savaşı nedeniyle ülkesinden ayrılmak zorunda kalan Suriyeli yabancıların acil ve geçici koruma bulmak amacıyla
Türkiye’ye yönelik kitlesel bir göç hareketi başlatmaları üzerine
Türkiye, açık kapı politikasını esas alarak Türkiye’den uluslararası
koruma talep eden bu yabancıların temel ihtiyaçları ile uluslararası koruma taleplerini karşılayabilecek statü olarak geçici korumayı
görmüştür ve geçici koruma ilan etmiştir. Bu bağlamda
22.10.2014 tarih ve 29153 sayılı Geçici Koruma Yönetmeliği
(GKY) ile geçici koruma kapsamına alınan Suriyeli yabancılara
yönelik temel mevzuat ortaya konulmuş ve geçici koruma kapsamındaki yabancılara sağılık, eğitim, iş piyasasına erişim ile sosyal
yardım ve hizmetlerden ücretsiz yararlanma imkânı sağlanmıştır.
GKY’nin getirdiği haklar gerek 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki
Durumuna Dair Sözleşme’nin (Cenevre Sözleşmesi) mültecilere
gerekse de YUKK’nin mülteci, şartlı mülteci ve ikincil koruma
statülerine sağladığı haklara eş değer bir içeriğe sahiptir.
Bununla beraber GKY’nin geçici korumanın içeriğinin düzenlenmesi ve sonlandırılmasında Bakanlar Kurulunu (Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde Cumhurbaşkanı’nı5F
6
) önemli yetkilerle donatması geçici koruma kapsamındaki yabancılara ilişkin
politikaların uygulanabilmesi için diğer uluslararası koruma statülerine nazaran oldukça geniş bir hareket alanı yaratmıştır.
6
Mevzuatın Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine uygun hâle getirilmesine ilişkin
çalışmalar devam etmektedir.
150
Geçici korumanın diğer uluslararası koruma statülerinden
önemli bir diğer farkı ise ikamet izni yerine geçmemesidir. Bu
düzenlemenin amacının kitlesel akın döneminde ciddi bir grubu
yasal belgesi olmadan sınırlarımıza gelen yabancıların ikamet izni
süresine dayanarak vatandaşlık talep etmesini önlemek olduğu
değerlendirilmektedir. Bununla beraber Türkiye’de bulunan Suriyelilerin istisnai vatandaşlık hükümleri kapsamında değerlendirilerek vatandaşlık kapsamına alınması geçici koruma kapsamındaki
Suriyeli yabancılar için Türk vatandaşlığının önünü açmıştır. İstisnai vatandaşlık kapsamında yaklaşık 80 bin Suriyeliye Türk vatandaşlığı verilmiştir. Bu grubun nitelik dağılımı ele alındığında
5.192 kişi ile en büyük grubu öğretmenler oluştururken, 1.432
mühendisin, 1.235 serbest meslek sahibinin, 743 doktorun, 732
teknisyenin, 507 küçük iş yeri sahibinin, 427 müdürün, 396 tüccarın ve başka meslek gruplarının dâhil olduğu belirtilmektedir
(HABERTÜRK, 2019). Türkiye kendi öğretmenini, doktorunu,
mühendisini yetiştirebilmekte ve hatta bunlardan bazıları dünya
çapında ün kazanabilmektedir. Bu nedenle bu kişilerin hepsinin
Türkiye için istisnai niteliklere sahip olduğunu düşünmek mümkün değildir.
Bununla beraber savaş sonrası süreçte Suriye’nin yetişmiş
insan gücüne ihtiyacı olacağı açıktır. Suriye’nin yeniden inşasını
sağlayacak olan Suriyeli öğretmenler, doktorlar, hukukçular, mühendisler olacaktır. Türkiye’de meslektaşları arasında sıradan olan
bir mühendis, doktor, hukukçu Suriye’de önemli olacaktır. Türkiye için yerlerine rahatlıkla Türk vatandaşı eş değerini bulabileceğimiz bu kişilerin vatandaşlık yoluyla Türkiye’de kalıcı kılınması
Türkiye ile iyi ilişkileri bulunan Suriyeli münevverlerin Suriye’nin
yeniden inşası sürecinde dışarıda kalması anlamına gelecektir.
Eğer bu kişilerin Türkiye’ye yönelik bir aidiyet bir gönül bağı
151
bulunuyorsa bunu Türkiye yerine Suriye’de göstermesi ve bu
kişilerin Suriye’de desteklenmesi daha uygun olacaktır.
Bununla beraber Türkiye geçici koruma ile ülkesine gelen
3.6 milyondan fazla Suriyeliye yasal zemini olan bir uluslararası
koruma statüsü kazandırmayı başarabilmiştir. Bu statünün isminde
yer alan “geçici” ifadesi Suriyelilerin Türkiye’deki kalış süreleri
uzatıldıkça zaman zaman eleştiriye konu olmaktadır. Bu eleştirilerin temelinde yatan düşünce Suriyelilere yönelik kalıcı bir statü ve
çözüm bulunmasıdır.
Böylece Suriyelilere yönelik uygulanacak kalıcı çözüm alternatiflerinin belirlenmesi gündeme gelmektedir. Literatürde yer
alan kalıcı çözüm alternatifleri incelendiğinde gerçekleşen yeniden yerleştirmelerin sayısı dikkate alındığında yeniden yerleştirmenin geçici koruma ve uluslararası koruma kapsamında bulunan
4 milyonluk bir nüfus için kalıcı çözüm alternatifi olmadığı açıkça
ortadadır. Bu bağlamda Türkiye’nin elinde yerel entegrasyon ve
gönüllü geri dönüş olmak üzere iki kalıcı çözüm alternatifi kalmaktadır. Fakat gönüllü geri dönüş için gereken kaynak ülkenin
güvenli hâle gelmesi şartı gerçekleşmediği ve geri göndermeme
ilkesi geri Suriyelilerin sınır dışı mümkün olmadığı için en kısa
zamanda uygulanabilecek kalıcı çözümün entegrasyon olduğu
düşüncesi sıklıkla ileri sürülmektedir. Bununla beraber entegrasyon sosyal, yasal ve ekonomik boyutu olan bir kalıcı çözümdür.
Söz konusu boyutların tamamında belirli bir olgunlaşma meydana
gelmeden gerçekleştirilecek bir entegrasyonun başarılı olması
mümkün değildir.
Özellikle sosyal boyutta entegrasyon sağlanması yani uluslararası koruma kapsamındaki kişilerin ev sahibi toplum tarafından kabul edilmesi ve sığınmacıların da kendi kültürel benliklerini kaybetmeden ev sahibi toplum içinde yer edinebilmeleri kolay
bir süreç değildir.
152
Bu anlamda ev sahibi toplumun ekonomik külfeti yüklenmeyi kabul etmesi ve devletlerinde vatandaşlığa varacak kadar
geniş hakları sağlaması halinde dahi sosyal boyut eksik kalacak ve
entegrasyon mümkün olabilirliğini yitirecektir. Entegrasyonun
süreçte herhangi bir aksama olmaz ise, kuşakları aşan ve en az üç
kuşakta etkisini gösterebilecek bir yol olduğu düşünüldüğünde
konu daha da iyi anlaşılacaktır.
Bu açıdan bakıldığında ev sahibi toplumun ve mültecilerin algıları entegrasyonun sosyal boyutunu belirleyici bir niteliğe
sahiptir. Bu anlamda gerek Avrupa’da gerekse Türkiye’de yapılan
araştırmalar ev sahibi toplumlar ile göçmenler arasındaki mesafenin açıldığını ortaya koymaktadır. Bu durum Avrupa’da kendisini
göçmen karşıtı söylemi ve güvenlikleştirici yaklaşımı ile bilinen
siyasi hareketlerin yükselişi ile kendisini siyasal alanda da göstermiştir. Türkiye’de göçmen karşıtı söylem siyasal alanda, bazı istisnaların dışında, Avrupa’daki tona ulaşmamıştır. Bununla beraber
bu durum Türk toplumu ile göçmenler arasında sosyal mesafe
bulunmadığı anlamına gelmemektedir.
Nitekim Türk toplumunun %86’sından fazlası göçmenlerin
ülkelerine dönmesi gerektiğini belirtmektedir. Ayrıca Türk toplumunun %75’i Suriyelilerle beraber huzurlu bir yaşam kurulamayacağını düşünmektedir (ERDOĞAN M.M., 2018). Bu anlamda
Türk toplumunun göçmenler ile arasındaki mesafe oldukça ciddi
boyuttadır. Söz konusu sosyal mesafenin oluşmasındaki temel
gerekçeler ise şunlardır:
● Göçmenlerin işlerini ellerinden almaları ve ücretleri
aşağıya çekmeleri
● Suç oranını artırmaları
● Hızlı nüfus artışının demografik yapıyı değiştirmesi
● Teröristlerle ilişkili çevrelerden gelmeleri
153
● Kamu kaynaklarının yerli halk için değil, göçmenler için
kullanılması
● Çok evlilik ya da çocuk yaştaki kızları evlendirmeleri
● Çoğunluğunun eğitim düzeyinin düşük olması
● Kent yaşamına ve Türk kültürüne uyum sorunu yaşamaları
● Bazı şehirlerde kiraları artırmaları
● Vatanlarını savunmak yerine, ülkelerinden kaçmaları
şeklinde sıralanabilir.
Konuya Suriyeliler açısından bakıldığında da durum sanıldığı kadar olumlu değildir. Yapılan analizlerde genel olarak
edilgen bir role konulan Suriyeli yabancıların “Suriyeliler Türkleri
sevmiyor.” önermesine verdiği destek %23 iken bu oran 18-24
yaş aralığındaki Suriyelilerde artmaktadır (ERDOĞAN M. M.,
2018). Ayrıca ilişki kurulacak alan kamusal alandan kişisel alana
doğru gittikçe Suriyelilerin Türkler ile ilişki kurma isteğinin azaldığı görülmektedir. Bu anlamda çocuklarının Türkler ile arkadaş
olabileceğini belirten Suriyelilerin oranı %80 civarındayken, kardeşinin veya çocuğunun bir Türk ile evlenmesine izin verebileceğini belirtenlerin oranı %43 civarına düşmekte, kendisinin bir
Türk ile evlenebileceğini belirtenlerin oranı ise %24’e düşmektedir (ERDOĞAN M. M., 2018). Bu anlamda Suriyelilerin de Türk
toplumu ile arasına mesafe koyma eğilimi olduğu açıktır.
Türk toplumuyla arasına mesafe koyma eğiliminde olan
ve Türk toplumuna uyum ve aidiyeti yetersiz olmasına rağmen
vatandaşlık yoluyla Türkiye’de kalıcı hâle gelmeye başlayan bir
nüfusun Türkiye’nin geleceği açısından tehditler barındırdığı açıktır. Suriyelilerin nüfus artış hızının Türklerinkinden %0 7 civarında
daha fazla olduğu ve bundan dört sene sonra yani 2023 yılında
çok büyük çoğunluğunu Suriyelilerin oluşturduğu sığınmacıların
154
toplam nüfusun %5-6’sını (2018 sonu itibarıyla %3,6’dır) oluşturacağı dikkate alınırsa bu tehlikenin sanılandan daha yakın olduğu
açıktır. Bu tehdidin boyutu özellikle büyük devletlerin kışkırtmalarıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıcı veya bölücü bir mahiyet
kazanması da mümkündür.
Nitekim Osmanlı İmparatorluğu’nun eski azınlıklarının bağımsızlık kazanması ve Türk-Yunan mübadelesi ile Türkiye’de
gayrimüslim azınlıkların en azından silahlı bir isyan çıkartabilecek
imkânı kalmamıştır. Bununla beraber 1927 nüfus sayımına göre
nüfusu 14 milyon civarında olan Türkiye’de 11.777.814 kişinin
ana dili Türkçe, 1.184.446 kişinin ana dili ise Kürtçedir (TAMER&ÇAVLİN BOZBEYOĞLU, 2004).
Bu durum kışkırtma faaliyetlerinde Kürt kökenli nüfusun
hedef alınmasına neden olmuştur. Türkiye’nin buna tepkisi ise
ana dili Türkçe olmayan nüfusu (En büyük grubu Kürt nüfus oluşturmaktadır.) entegre etme faaliyetleri olarak kendisini göstermiştir
(YEŞİLTUNA, 2006).
Bununla beraber yaşanan süreçte Türkiye Cumhuriyeti Kürt
nüfusun yoğun yaşadığı yerlerde birçok isyan ve asayiş sorunuyla
mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu tehditlerin en büyüğü PKK
terör örgütü olmuştur. Bu örgüte ve uzantılarına hâlen büyük
devletler tarafından destek verilmekte ve Türkiye’ye yönelik bir
tehdit olarak varlığını devam ettirmesi desteklenmektedir. YPG
isimli PKK uzantısı örgüte yapılan yardımlar bunun en büyük
göstergesidir (HABERTÜRK, 2018). Ayrıca çeşitli illerimizde muhtelif zamanlarda Suriyeliler ile Türkler arasındaki basit bir kavganın hızla yüzlerce kişilik toplumsal olaylara dönüştüğü aşikârdır.
Bu bağlamda toplumsal çatışma sinyallerinin de mevcut olduğu
bir sosyolojide oy kaygısının ötesine geçen politikalar belirlenmesi zaruridir. Aksi takdirde gerek sosyal gerekse de güvenlik krizlerinin ortaya çıkacağı kaçınılmaz bir gerçektir.
155
Nitekim Bursa, Şanlıurfa, Denizli, Uşak gibi illerimizde yaşanan olaylar büyük bir sosyal krizin öncüsü olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Suriye’de bulunan başta PKK ve uzantıları ile DAEŞ
olmak üzere terör organizasyonlarının Türkiye’de yapılandıkları
da bilinen bir gerçektir. Bu duruma ek olarak etnik bölücülüğün
Suriyeliler arasında ortaya çıkması durumunda Türkiye’nin gerek
siyaseten gerek güvenlik anlamında önemli bir kriz geçirmesi
kaçınılmazdır.
Türkiye’de bulunan yabancı sayısının yüksekliği ve bu
yabancılara sağlanan haklar önemli bir ekonomik kaynağın Türkiye’den uluslararası koruma talep eden yabancılara aktarılmasını
beraberinde getirmiştir. Türkiye 2017 yılı sonuna kadar toplamda
30 milyar Amerikan dolarının üzerinde bir harcama gerçekleştirmiştir. Sadece kur farkının beraberinde getirdiği alternatif maliyet
ise 8 milyar doların üzerindedir. Bu kapsamda Türkiye’nin 38.5
milyar doların üzerinde bir reel ve alternatif maliyeti olduğu ifade
edilebilir. Söz konusu 38.5 milyar doların üzerinde gerçekleşen
maliyet ile 2018 yılı başında Ford-Otosanın 6,87 katı büyüklüğünde bir şirket kurmak mümkündür.
Bu şirket ile 79 bin civarında bir istihdam ve 2018 yılı sonunda Türk ekonomisine 2.8 milyar dolar civarında bir girdi sağlanabilecektir. Bu duruma ek olarak bir Suriyeliye ödenen ortalama ücretin üç katı ücret ile çalışmayı kabul edecek yaklaşık 330
bin Türk vatandaşının da Suriyelilerin yerine mevcut piyasada
istihdam edilmesi mümkün olacaktır. Bu anlamda yaklaşık Suriye’den yaşanan kitlesel akının yaklaşık 400 bin Türk vatandaşının
istihdamını engellediği ifade edilebilir.
Bununla beraber Suriyeli sermayenin Türkiye’ye 1 ila
1.15 milyar dolar değerinde yatırım yaptığı değerlendirilmektedir.
Suriyelilerin ucuz iş gücü olarak katkısının hesaplanmasını kayıt
dışılık engellemektedir.
156
Fakat Suriyelilerin 1.2 milyon civarında bir iş gücü arzı
oluşturduğu ve bu grubun 1 milyona yakının Türkiye’de istihdam
edildiği değerlendirilmektedir. Bununla beraber Suriyeli iş gücünün nitelik olarak düşük olması bu grubun yüksek katma değerli
üretim yapamamasını da beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda
Suriyeli iş gücünün Suriyeli sermaye kadar Türk ekonomisine
katkı sağladığı varsayımı altında Suriyelilerin Türk ekonomisine
katkısı 2 ila 2.5 milyar dolar düzeyinde kalmaktadır.
Avrupa Birliği tarafından 2018 yılına kadar verilen 3 milyar
avroluk paket dâhil edilse dahi Türkiye’nin 2017 sonuna kadar
gerçekleştirdiği harcamanın ancak küçük bir kısmı telafi edilebilmektedir. Bu duruma Türkiye’nin alternatif maliyetleri ile vergi
kayıp kaçakları, gümrük kaçakçılığı, kamu hizmetlerinin ücretsizliğinden kaynaklanan katılım payı gibi ödemelerin alınmaması
eklenirse bu fark daha da açılacaktır.
Zira sadece 2013-2017 yılları arasında yılda 300 bin Suriyelinin kayıt dışı çalışmasının asgari ücret üzerinden yaratacağı
(Gelir vergisi ve sigorta primi kaybından KDV olarak geri alınan
kazanç düşülmüştür.) vergi ve sigorta primi kaybı 703 bin doların
üzerindedir. Kamunun bir yandan harcama yaparken bir yandan
gelir kaybına uğradığı bir durumun ortaya çıkması yasalara uygun
faaliyet gösteren vatandaşlarımızın üzerindeki yükün artmasına
neden olmaktadır. Liberal iktisadi yaklaşım açısından değerlendirildiğinde bu durumun yatırımları engellediği ve Türkiye’nin büyümesini olumsuz etkilediğini söylemek mümkündür.
Türkiye’de ikamet izni ile kalan Suriyeliler içinse durum
daha farklıdır. 2017 yılı sonunda sayıları 65 binin biraz üzerinde
olan bu grupta neredeyse her üç yabancıdan birinin çalışma izni
bulunmaktadır. Bu anlamda entegrasyonun ön şartı olan kendi
kendine yeterliliğin ikamet izinli grupta daha gelişmiş olduğu
görülmektedir.
157
Buraya kadar yazılanları özetleyecek olursak uluslararası
koruma/geçici koruma kapsamındaki yabancıların vatandaşlık
kazanmasına ilişkin en baştan düzenleme yapılması ihtiyacı olsa
da mevcut düzenlemelerin mülteci hukukunun temel gereklilikleri sağladığı görülmektedir. Bununla beraber Suriyeliler ve Türkler
arasındaki sosyal mesafe her iki taraftan bakıldığında da sosyal
entegrasyonu sağlayabilmek için fazlasıyla açıktır. Ekonomik açıdan ise ikamet izni ile kalan 65 bin kişilik küçük bir Suriyeli kesim hariçte tutulursa Suriyelilerin geneline yapılan harcamaların
bu nüfus tarafından tekrar Türk ekonomisine kazandırılması yakın
gelecekte mümkün görülmemekte ve bu maliyetin iktisaden Türkiye’nin kalkınmasını kayda değer ölçüde etkilediği anlaşılmaktadır. Ayrıca terör, etnik bölücülük, şiddetli sosyal çatışma tehlikeleri geleceğe ilişkin olarak varlığını sürdürmektedir. Bu anlamda
Türkiye’de uluslararası koruma kapsamında bulunan yabancılara,
özellikle de Suriyelilere, ilişkin olarak ayakları yere basan bir
kalıcı çözüm geliştirilmesinin Orta Doğu’nun kırılgan ve yıkıcı
ikliminde Türkiye için bir beka sorunu olduğu açıktır.
Türkiye’de artan uluslararası koruma/geçici koruma kapsamındaki nüfusa ilişkin olarak bulunacak kalıcı çözüme salt bir
pragmatizmle yaklaşılması mümkün değildir. Bu anlamda insani
değerler ile ülke çıkarları arasında bir denge sağlanması ve sürecin doğru yönetilmesi önemlidir.
Bu hususa ilişkin olarak literatür incelendiğinde kalıcı çözüm olarak üçüncü ülkelere yeniden yerleştirme, gönüllü geri
dönüş ve yerel entegrasyon seçeneklerinin olduğu görülmektedir.
Günümüze kadar gerçekleşen yeniden yerleştirmelerin sayısı ile
Batı dünyasında göçmenlere karşı artan tepki beraber değerlendirildiğinde yeniden yerleştirmenin 4 milyonu bulan bir nüfus için
kalıcı çözüm olma ihtimali oldukça düşüktür. Bu durumda Türkiye için geriye iki alternatif kalmaktadır. Bunlardan ilki olan gönül-
158
lü geri dönüşün organize ve kitlesel olarak sağlanabilmesi için
mülteciliğe neden olan şartların ülkenin tamamında veya en azından bir bölümünde ortadan kalkması gerekmektedir. Bunun anlamı Suriye’de iç savaşın sona ermesi, İran’da kişilerin belirli toplumsal gruplara mensubiyetinin yaşam hakkını tehdit etmemesi,
Irak’ta istikrarın sağlanması, Afganistan’da devlet otoritesinin tesisi
ve terör örgütlerinden temizlenmesi ve nihayetinde tamamında
insan hakları ile ekonomik açıdan kalkınma sağlanmasıdır. Bu
ülkelere ilişkin durumun tamamı beraber değerlendirildiğinde
gönüllü geri dönüşün oldukça zor olacağı değerlendirilmektedir.
Bu durum zaman kaybetmeden entegrasyon çalışmalarına başlanması düşüncesini tetiklemektedir. Fakat entegrasyon sürecinin
pürüzsüz bir süreç olmadığı da açıktır.
Literatür entegrasyonun tam olarak sağlanabilmesi için sosyal, yasal ve ekonomik boyutta olması gerektiğini belirtmektedir.
Türkiye açısından yasal boyuta ilişkin olarak tadilat ihtiyacı olsa
da olgunlaşmış bir gelişmişlik söz konusudur. Ayrıca sosyal ve
ekonomik boyutun sağlanması durumunda çok hızlı şekilde yasal
mevzuat oluşturulabileceği açıktır. Bununla beraber entegrasyonun sosyal ve ekonomik boyutları oldukça kötü durumdadır. Sayıları itibarıyla oldukça görünür olan Suriyeliler ile Türk vatandaşları arasındaki sosyal mesafe çok fazla açılmış durumdadır. Türk
vatandaşlarının büyük çoğunluğu Suriyeliler ile beraber yaşamak
istemezken Suriyeliler de Türkleri ailelerine sokmak istememektedir. Böyle bir durumda devlet eliyle entegrasyonun zorlanması
ve özellikle entegrasyonun son aşaması olması gereken vatandaşlığın çok hızlı bir şekilde verilmesi toplumsal çatışmaları beraberinde getirecektir.
Buradaki en önemli nokta entegrasyonun sihirli bir formüllü sağlanmasının mümkün olmadığının ve belki yüz yılı bulabilecek bir süreci gerektirdiğinin farkında olmaktır.
159
Geri dönüş kısa zamanda mümkün değil diyerek tercih edilecek entegrasyon seçeneği de yüz yılı bulabilecek bir süreci beraberinde getirmektedir. PKK uzantısı siyasi hareketin seçimlerde
Türkiye’nin doğusunda bulunan illerde âdeta teritoryal bir bölge
oluşturmuşçasına sonuçlar alması Türkiye’nin entegrasyon konusundaki geçmişinin pek de iyi olmadığının bir göstergesidir. Bin
yıldır beraber yaşanan bir toplumla dahi 1923’ten bu yana kesin
bir entegrasyon sağlanamamışken Suriyeliler ile kısa zamanda
entegrasyon sağlanacağına inanmak makul değildir. Bu anlamda
gerçek soru şudur: Türkiye ideal koşullarda dahi çözümü yüz yılı
bulabilecek bir sorunu içinde yaşadığı Orta Doğu koşullarında
ülkesi içinde mi yoksa dışında mı çözecektir?
Şüphesiz her iki çözümde zaman alacaktır. Bununla beraber yeni bir etnik bölücülük riski ile karşı karşıya kalmak Türkiye için yıkıcı olacaktır.
Hele ki devletin FETÖ terör örgütü tarafından içten, uluslararası güçler ve maşaları tarafından dıştan saldırı altında olduğu
düşünülürse Türkiye bu yükü nasıl kaldıracaktır? Bu sorulara verilecek cevaplarımız maalesef olumlu yönde değildir. Bu nedenle
Suriye’de iç savaşın bitmesini beklememek için göstermelik entegrasyon faaliyetleri ve âdeta bol keseden verilen vatandaşlık
Türkiye’nin intihar süreci niteliğini dahi kazanabilecektir. Bu anlamda geri döndüklerinde çifte vatandaşlık müessesi üzerinden
komşu ülkelerde kamu diplomasisi sağlanabileceğine yönelik
ilginç yaklaşımı savunmakta mümkün değildir. Çünkü ilk olarak
Türkiye hâlihazırda Yunanistan’da bulunan Batı Trakya Türkleri
veya Almanya’da bulunan Türkler üzerinden dahi etkin bir kamu
diplomasisini bugüne kadar yürütememiştir. Bununla beraber
Afganistan’da Türkiye’ye hiç gelmemiş ve vatandaşlık bağı bulunmayan Afganlar nezdinde Türk askerinin bir itibar sağlayabildiği açıktır. Bu durum göstermektedir ki, kamu diplomasisi için
160
Türk vatandaşlığına dayanmak makul değildir. İkinci olarak Türkiye’de kalıcı hâle getirilmiş bir nüfusun daha sonra kendi ülkesine döneceğini varsaymak çok da makul görülmemektedir. Ayrıca
Suriye ve Irak gibi komşularımızın nitelikli insan kaynağını vatandaşlık yoluyla Türkiye’de kalıcı kılmak ilk bakışta kârlı gibi gözükse de makro perspektifte bu husus farklılık gösterecektir. Çünkü
özellikle iç savaş ve çatışmaların göçe neden olduğu Suriye, Irak
ve Afganistan’da çatışmalar bir şekilde sona erdiğinde yeniden
inşa süreci gerekli olacaktır. Bu süreçte gerek devlet kurumları
gerek toplumsal yapı gerekse de kentlerin inşası söz konusu olacaktır.
Peki, nitelikli insanları Türkiye’de kalmışken bu ülkeler bu
inşayı nasıl gerçekleştirecektir? Türkiye mevcut kapasitesiyle fazlasıyla öğretmen, doktor veya mühendis yetiştirebilmektedir. Hatta bunların bir bölümü dünya çapında önemli konumlara gelmektedir. Fakat iç savaştan çıkan ülkelerin bu kaynağı yetiştirmesi
mümkün değildir. Nitekim Irak bunun canlı örneğidir. ABD işgali
sonrasında ciddi sorunlarla karşı karşıya kalan ülke ABD’nin çekilmesinin ardından tekrar terör örgütlerinin yuvalandığı, devlet
otoritesinin ülke sathına yayılamadığı ve göçe kaynaklık eden bir
hâle gelmiştir. Bu anlamda vatandaşlık yoluyla bu ülkelerin sıradan mühendis, öğretmen, doktor vb. olan beşerî kaynağını devşirmek Türkiye’ye çok bir katkı sağlayamayacağı gibi kaynak ülkelerin istikrar kazanamayarak Türkiye’ye yönelik kontrol edilemez
göç akınlarını beraberinde getirebilecektir. Mevcut durumda dahi
Türkiye’ye yönelik göç akınlarının hâlen devam ettiği de dikkate
alınırsa kolay ve hızlı şekilde verilen vatandaşlığın mutlaka çekim
etkisi yaratacağı unutulmamalıdır. Ayrıca vatandaşlığın gerektirdiği aidiyete sahip olmayan bir kitlenin Türkiye’ye nasıl bir faydası
olacaktır? Kaynak ülkelerin veremediği millî şuuru bu vakitten
sonra Türkiye’nin vermesi de pek mümkün görülmemektedir.
161
Bütün bunlarla beraber Türk kamuoyunda mevcut bulunan
Suriyeliler dönmeyecek algısı üzerinden “Dönmeyeceklerse entegre edip vatandaşlık verelim.” sonucu çıkarmak doğru değildir.
Bu ülkelerdeki iç savaş ve çatışmaların sona ermesinden itibaren
Türkiye’nin bu yabancıları geri göndermesi gerek uluslararası
hukuk gerekse de ulusal hukuk açısından mümkündür. Bu noktada hukuken mümkün olsa da uygulanabilir olmadığına ilişkin
görüş ileri sürülebilirse de Türkiye Cumhuriyeti bir devlet olarak
bunu sağlayabilecek imkân ve kabiliyete sahiptir. Ayrıca bu yaklaşımın “Türkiye’nin Suriyelileri göndermeye gücü yetmez.” şeklinde bir algıya dönüşmesi hâlinde devlet otoritesinin varlığı tartışmaya açılacaktır. Bu nedenle bu konudaki söylemin “Suriyeliler
gitmez.” den “Suriyeliler gitmek istemez.”e dönüştürülmesi önemlidir. Aksi takdirde bu konu üzerinden devletin varlığını ve otoritesini sorgulanır hâle getirmek isteyen çevrelerin eline önemli bir
fırsat verilecektir.
Entegrasyonun ekonomik boyutuna bakıldığında ise Suriyelilerin Türkiye’ye sağladığı katkı Türkiye’nin mevcut maliyetlerini
karşılayabilecek boyutta değildir. Ayrıca yaşanan kitlesel akının
maliyeti Türk vatandaşlarının istihdam olanaklarını daraltmıştır.
Bu anlamda iktisaden kendi kendine yeten bir toplumdan söz
etmek maalesef mümkün değildir. Türkiye bu konuda Suriyelilerin kayıtlı istihdamına ilişkin çalışmalar yapabilecekse de mevcut
ekonomik yapı buna imkân vermemektedir. Bununla beraber
geleceğe dönük iktisadi çalışmalarda Suriyelilerin de iş gücü planlamasına dâhil edilmesi önemlidir. Ancak bu yolla kendi kendine
yeten bir toplumsal yapının oluşması sağlanabilir. Fakat bu çalışmalar yapılırken Suriyelilere öncelik tanındığına dair bir kanaatin
oluşmaması noktasında hakkaniyetli bir bakış açısına sahip olmak
gereklidir. Aksi takdirde bu tarz çalışmalar mevcut sosyal çatışmaya katkı sağlamanın ötesine geçmeyecektir.
162
Bu anlamda Türkiye’nin önünde iki seçenek bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan ilki sorunu içeride çözmek iken diğeri
mevcut durumun eksiklerini gidererek kaynak ülkelerdeki durumun düzelmesine yönelik çaba harcamaktır. İlk seçeneğin tercihi
hâlinde Türkiye yüz yıllık bir sürecin içine girecektir. Türkiye’nin
bulunduğu coğrafyadaki bir devletin bu yüz yıllık süreci sadece
kendi içinde ve sorunsuz çözebileceğini düşünmek makul değildir. Türkiye’nin bu yolu seçmesi oldukça büyük bir riski kabullenmesi anlamına gelmektedir. İkinci seçeneğin tercih edilmesi
hâlindeyse ilk olarak toplumsal çatışma potansiyelini azaltacak
çalışmalar yapılmalıdır. Bu çalışmalar sosyal etkinlik boyutunda
faaliyetinin çok üzerine çıkmak zorundadır. Öncelikli olarak devletin Suriyelilere ilişkin kontrolü hâlen elinde tuttuğu gösterilmelidir. Bunun için asayiş olaylarında büyük küçük demeden gerekli
soruşturmalar tam yapılmalı bir Suriyeli suçsuzsa aleni şekilde
aklanmalı, suçlu ise gerekli cezai işlem uygulanmalıdır. Ayrıca
kamusal alanda yaşanan ve çokça şikâyete neden olan Türk vatandaşlarını taciz ve Türk vatandaşlarına meydan okuyan/rahatsız
eden davranışlar hususu kesinlikle takipsiz bırakılmamalı ve bu
tür davranışlara yargı ve yürütme birimlerince kesinlikle müsaade
edilmeyeceği Suriyelilere çok net bir şekilde anlatılmalıdır.
Bu doğrultuda sınır dışı mekanizmasının açılabilmesi için
Suriye’de terörden arındırılan bölgelerin güvenli ilan edilmesine
ilişkin çalışmalar yürütülmeli ve geçici koruma kapsamındaki
yabancılar için sınır dışı hükmü bulunmayan 6458 sayılı Kanun
uygun hâle getirilmelidir. Ayrıca Suriyelilere yönelik olarak kamu
kurumlarınca ayrı uygulamalar yapılmamalı ve mevzuat hükmü
Türk vatandaşı için ne gerektiriyorsa Suriyeli yabancıya da aynen
uygulanmalıdır. Burada eğitim, sağlık gibi temel haklarda belirli
desteklemeler yapılabilir; ancak bu desteklemeler Türk vatandaşı-
163
na sağlanan hakkı aşacak (katılım payı alınmaması gibi) mahiyette
değerlendirilmemelidir.
İkinci olarak vatandaşlık süreci bir düzene konulmalıdır.
Almanya ve Fransa’da olduğu gibi kişinin belirli eğitimlerden
geçerek şartları yerine getirmesi hâlinde vatandaşlığa alınması
mümkün olmalıdır. Vatandaşlık standartları belirlenirken, gerek
kaynak ülkelerin beşeri kaynağını yok etmemek adına gerekse de
çekim etkisi yaratılmaması amacıyla, zorlayıcı ve aşamalardan
oluşan bir yapıda olmasına dikkat edilmeli ve vatandaşlığın mutlak bir hak olmadığına ilişkin olarak yabancılar bilgilendirilmelidir.
Üçüncü olarak Suriyeliler başta olmak üzere Türkiye’den
uluslararası koruma talep eden yabancılara yönelik Türk vatandaşlarının taleplerini tatmin etmekten ziyade adil bir tutumla muamelede bulunulmalıdır. Dördüncü olarak Türkiye’nin ekonomik zor
süreçlerinin neredeyse hiç bitmediği dikkate alınarak iktisadi faaliyetler planlanmalı ve bu planlara Türkiye’den uluslararası koruma/geçici koruma talep eden yabancılar da dâhil edilmelidir.
Bununla beraber bu planlamalarda Türkiye’de ekonomik olarak
sıkıntısı bulunan çok sayıda insan olduğu da göz önünde bulundurularak hakkaniyetli davranılmalıdır. Neticede Suriyelilere veya
diğer uyruklara yönelik harcamaları Türk vatandaşlarının finanse
ettiği unutulmamalıdır.
Dördüncü olarak Suriyeliler başta olmak üzere uluslararası
koruma/geçici koruma talep eden yabancıların kayıtlı istihdamı
konusunda kararlı bir duruş sergilenmelidir. Çünkü kayıt dışı istihdam haksız rekabete ve kamu gelirlerinin azalmasına neden
olmasının yanında kayıt dışı çalışan kişilerin sosyal hakları ile
gelecekleri açısından da önemlidir. Türkiye’nin bugün eğitim ve
sağlık hakkını ücretsiz sağlaması sigortasız çalışmanın olumsuzluklarını söz konusu yabancılar için azaltsa da bu korumanın
164
kalkması hâlinde bu kişiler ekonomik bağımlılıkları ortadan kalkmadığı için düşkün hâle gelecektir. Ayrıca şu anda kayıt dışı çalışan nüfus yaşlandığında emeklilik hakkından mahrum kalacaktır.
Bu ise Türkiye’nin bağımlı bir nüfusun yükünü on yıllarca sırtlamak zorunda kalması anlamına gelmektedir.
Beşinci ve son olarak ise en önemli nokta söz konusu yabancıların geri dönüşlerini amaçlayan uyumlu bir politika yürütmektir. Bu amaçla Türkiye, gerek kaynak ülkelerdeki sorunların
çözümüne gerekse de bu ülkelere kaynak aktarılarak göçe neden
olan faktörlerin kaldırılmasına yönelik bir diplomasi yürütmelidir.
Çünkü 3 milyar avro belki Türkiye seviyesindeki bir ülkede çok
büyük farklar yaratmayabilir. Fakat Afganistan, Irak, Suriye gibi
ülkeler için önemli bir kaynaktır. Bu anlamda Türkiye diplomatik,
askeri ve ekonomik gücünü kaynak ülkelerdeki sorunların çözümüne ve bu ülkelerin yeniden inşa edilerek göçün kaynağında
bitirilmesine harcamalıdır.
Devlet Bahçeli: Esad’ın çıkardığı af önemli hükümet Suriyelileri gönderirse destekleriz